ÇELİK Gülersoy Vakfı Yayınları'nın son kitabı "Bab-ı Ali"de, "Osmanlı döneminde bürokrasi"nin nasıl işlediğini okurken, günümüzle örtüşmelere rastlıyoruz. 1800'lerin ortalarında İstanbul'u ziyaret eden Lucy M. Gannet'in "Bab-ı Ali izlenimleri", eserde şöyle aktarılıyor: "Giriş holü bizim Avam Kamaramız'ın 'lobby'sine benzer. Tüm ırklardan ve onların sınıflarından oluşan küme küme iş sahipleri, batılıların gözüne ilginç bir manzara sunar. Bu renkli kalabalığın arasında dilenen dervişler, kahveci, çeşitli seyyar satıcılar, hatta şakaları ile bekleme saatlerinin geçmesini sağlayan bir deli, veya deli taklidi yapan biri dolaşır. Her memurun önünde, üzerinde Türk tipi mürekkep hokkası, kurutma kağıdının yerini tutan kum eleği, kamış kalemler, sigara tablaları, kahve sehpaları vardır. Daireyi dolaşanların yarısının yapacak bir işleri yoktur. Sessizce oturup parmaklarını saatler boyu tesbihlerinin üzerinde gezdirerek beklerler."
KİTABIN "sonsöz"ünde Sayın Çelik Gülersoy Bab-ı Ali'yi "Osmanlı İmparatorluğu'nun kocaman bir aynası" olarak niteliyor ve şöyle yazıyor:
"KOCA ayna, yılların 1918'incisi gelip te, önünde boy gösteren yabancı üniformalılar kendisine baktığında, artık devrini tamamladığını anlamalıydı. Anlamak istemedi. Takvimler 1922 yılının 8 Kasım'ını gösterdiğinde ise, yüzyılların en yüce vatan evladının gönderdiği onurlu insanlar, koca aynayı yerinden kaldırdı, tarihin deposuna koydu."
BAB-ı Ali yörüngesinde "devlet umuru olarak Osmanlı'nın tarihi"ni bir roman sürükleyiciliği içerisinde, en ayrıntılı şekilde öğrendiğimiz eserin her satırında İstanbul'u soluyoruz. Bu eser Sayın Gülersoy'un İstanbul'a küsmediği, İstanbul için paha biçilmez değerdeki özverili katkılarını, son zamanlarda bazı vefasızlıklara uğramasına rağmen sürdüreceği mesajını da veriyor. Ne mutlu İstanbul'a!
BAB-ı Ali'yi ve Çelik Gülersoy Vakfı'nın her biri birer tarih/kültür hazinesi olan diğer belgesel kitaplarını, vakfın Sultanahmet Soğukçeşme Sokağı'ndaki merkezine başvurarak edinebilirsiniz.