Memur Kararnamesi krizi, detay bir hukuk noktasına takıldı (Hükümet: "Anayasa Mahkemesi'ne gönder", Cumhurbaşkanı: "Göndermesem de olur") ve sonuçta başımıza devletin tepesinde kriz olarak düştü.
Şimdi ne olacak sorusuna cevap ararken, insan psikolojisi unsuru önemli rol oynayacak ...
Başbakan Ecevit: Ecevit belli ki çok sinirlendi, burnundan soluyor. Belki bir yandan, "Kendim ettim, kendim buldum" diyordur. 5+5 formülü başarılı olmayınca ortaya çıkan -bir Ecevit formülü- Sezer'in Cumhurbaşkanlığı, "Çok kıymetli bir hukukçudur hayırlı olsun" diye sunulmuştu.
Ecevit şimdi "Fazla hukukçu, kendini mahkeme zannediyor" diyor, icraat durduğu için "Vahim gelişme" teşhisini koyuyor. Hükümet ve Cumhurbaşkanı büyük olasılıkla MGK'da karşı karşıya gelecek, sinirler gerilecek ve Cumhurbaşkanı ile başta Ecevit (koalisyon liderleri) arasında buz gibi bir hava esecek.
Hükümet bu kararnameyi yasa ile çıkartmakta zorlanabileceği için bu işe yanaşması kolay olmayacak. 5+5'e garanti denilirken nereye gelindiği malum, bu iş de böyle biterse hükümetin prestij kaybedeceğine şüphe yok.
Öte yandan iş inada bindiği için bel altından vurmalar başladı, hükümet kanadından "Cumhurbaşkanı aslında kararnamenin içeriğine karşı olduğu için böyle yapıyor" haberleri sızmaya başladı. Ardından "Bizde Türkiye'nin sorumluluğu, bizim arkamızda seçmenin oyu, şahsımızda milli iradenin temsilcileri ağırlığı var.
Cumhurbaşkanı sorumsuz, milli iradenin önünde duruyor" açıklamaları gelecek. Gerekirse kampanya yapılacak, yetkilerinin kısılması için Anayasa değişikliğine kadar gidilebilinecek. İşin güzeli bu paketin adının, "Anayasayı Demokratikleştirme Paketi" olarak akla gelmesi.
Cumhurbaşkanı Sezer: Sezer'de bir "Başöğretmen" edası var, dediğim dedik, "Beni seçtiniz diye kendi doğru bildiğimden şaşmam" kimliğini yerleştirdi. Detaya takılıp büyük resimde verdiği zararları görmemekle eleştiriliyor. O da inatçı, uzlaşmaz bir tutum sergiliyor. Vatandaşla ilişkisi kopuk, neyi neden yaptığı konusunda halka doğrudan bir mesaj vermiyor. Duruma sinirlenmiş bir hükümet karşısında soğuk bir tutum izliyor ve ortamı yumuşatacak mesajlar vermekten kaçınıyor. Anayasa Mahkemesi görevini kendi üstlenince işin önce siyasi, sonra ekonomik, sonra da kriz politikası boyutlarına hızla kayabileceğini dikkate almadı. Onun da psikolojisi "Ben doğruyum hepiniz yanlışsınız" denklemine dayanıyor. Oysa sorumluluk itibarıyla doğrular ve yanlışlar hükümetten soruluyor, başarıları ve başarısızlıkları seçimlerde değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı'nı halk değil halkın temsilcileri seçiyor.
Bu aşamada Cumhurbaşkanı, "Halkın temsilcileri hiç mi hata yapmazlar" sorusunu sorabilir... Onlar da - başta Başbakan- bunu tartışıyor zaten.
Vatandaş: Vatandaş beklemede... Aslında geçmişten gelen bir dürtüyle kararnamenin "Hukukun üstünlüğü" damgasıyla Çankaya'dan dönmesinden memnun olan çok. Memurlar bu kararnameye soğuk bakıyor, "Bugün bana, yarın sana" havası var. Bu arada "Hükümet kanunsuz iş mi yapıyor ki" sorusunun cevabı "Yok ama belli ki işi kitabına uydurmamışlar" şeklinde.
Oysa kanun hükmünde kararname müessesesinin yaratılma nedeni, işi (oy hesabıyla) kitaba uydurmak problem olduğunda icraatın önemi ve ivediliği açısından devreye sokabilmek. İşin ne olduğu ve kendi tezleri, gerek hükümet gerek Cumhurbaşkanı tarafından, vatandaşa iyi anlatılmadı.
Şimdi anlatılacak ama bu anlatıma devletin tepesindeki soğuk savaş yansıyacak. Ve sokaktaki insan, bu soğuk savaşı yersiz buluyor.
19 Ağustos 2000 tarihinde (bakınız Remi Gazete) Mehmet Bey'e bir yardımcı atandı.
Açık bulunan 1. dereceden kadrolu Güzel Sanatlar Genel Müdür Yardımcılığı' na kararnameyle atanan Binnur Özel, Genel Müdür'ün Mehmet Özel'in kızı.
Baba kız beraber çalışacaklar, devlette devamlılık ilkesinin bir örneği.
Bu durum biliyorsunuz global bir politika, Başkan Bush'un oğlu da babasının oturduğu koltuğa oturmaya hazırlanıyor.
Biz onlardan biraz daha ilerideyiz, bizde Başkanlık olsa Başkanlık Yardımcılığına en kötü ihtimal amcaoğlunu getiriririz!
Bir de bizde aile planlaması yok diyorlar!