Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; Cami'ci siyasete aşırı yatkın memurların, bürokrasiden ayıklanması amacıyla hazırlandığı iddia edilen "Kanun hükmündeki kararname" yi, kendisine ilk gönderilişinde nasıl imzalamadıysa, ikinci gönderilişinde de yine imzalamadı...
Ve yine böyle bir Kararname'nin, neden Anayasa'ya aykırı olduğunun tek tek gerekçelerini sıraladı...
Şimdi "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesini de; Demokrasilerde, "Devlet" diye "Milletin örgütlenmiş biçimine" dendiğini de; "Devlet"in "yasama, yürütme, yargı" diye 3 ayrı güçten oluştuğunu ve salt "yürütme gücüne" "Devlet" denemeyeceğini de unutmuş görünen Hükümet sözcüleri; Cumhurbaşkanı Sezer'e veryansın ediyorlar ve kendisini "rejimi tehlikeye sokmakla" suçluyorlar adeta..
Siz bir rejim düşünün ki, bir Cumhurbaşkanı Anayasa Hukuku'na sadık kaldığı zaman tehlikeye düşüyor...
TV'lerde açıklamalarını izleyebildiğim hukuk otoriteleri arasında, NTV'de konuşan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ile İdare Hukuku Prof. Dr. Ali Ülkü Arzak, Anayasa Hukuku'na karşı Hükümet'in içine yuvarlandığı ters pozisyonu açık seçik ortaya koydular...
Bir kez Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın 8. Md. göre aynı zamanda "yürütme gücü"nün, yani Hükümet'in de başıydı ve Anayasa'ya asla aykırı hareket etmemekle yükümlüydü...
Bazı memurların ayıklanması amacını taşıyan "Kanun hükmündeki kararname" ise Anayasa'nın 38. Md. apaçık aykırıydı.
Çünkü 38. Md. 4.fıkrası aynen şöyleydi.
"Suç ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konur"
Yani efendim "Kanun hükmünde kararname" ile konamazdı.
Cumhurbaşkanı Sezer'in de belirttiği gibi, Kararname'yle güdülen amaç ancak Parlamento'dan çıkacak bir yasa ile sağlanabilirdi.
Hükümet neden böyle bir yasa çıkartma yoluna gitmemişti? Asıl sorun buradaydı.
Ve Hükümet; memurların disiplin, suç ve cezalandırılması konusunda, kendisini, "yasama gücü"nün üstünde bir güç olarak hareketlendirmeye kalkmış ve salt "yasama gücü"ne ait bir hakkı, bizzat kendi kullanmaya sıvanmıştı...
Anayasa'ya böylesine aykırı bir tutumu, Anayasa'ya bağlı kalma yükümlülüğündeki bir Cumhurbaşkanı nasıl onaylayabilirdi ki?
Şimdi ne olacağına gelince... Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun da belirttiği gibi, bizim koalisyon Hükümet'i; Parlamento'ya ait bir hakkı, onu by-pass edip bizzat kendi kullanmaya kalkmakla, "yasama gücü"nü karşısına almış durumda...
Cumhurbaşkanı aynı zamanda "yürütme gücü"nün de başı...
Cumhurbaşkanı'nın Anayasa titizliğine boşvererek onu da karşısına almış durumda..
Anayasa Mahkemesi'nin 1993'de bu konuda almış olduğu bir iştihat kararını hiçe sayarak "yasama gücü"nü de karşısına almış durumda...
Yani efendim kendisini iyice ters bir pozisyonun uçurumu içine yuvarlamış durumda...
Hukuk'u, yuttur kaydır politikalarına kılıf yapma alışkanlığının sonucudur bu.. Ve bu tür sorumsuzluklar sonucunda Türkiye, adam başına düşen ulusal gelir sıralamasında dünyada 93'üncü sıraya; "yaşam kalitesi" açısından da Yunanistan'ın 65 basamak altına düşmüştür. Yani tam bir fiyaskoyla kapatmıştır 20. Yüzyılı...
Bülent Tanla'nın son yaptığı araştırma ise korkunçtan beter. Türkiye'deki her 2 aileden 1'i icraya düşmüş durumda... İcraya düşmüş köylü nüfusun oranı yüzde 43.2; icraya düşmüş esnaf nüfusun oranı yüzde 40; icraya düşmüş memur nüfusun oranı yüzde 14.7...
Bilemeyiz salt hamaset edebiyatı ve "Türk'e Türk propagandası" yapıp durmakla ne kadar düzlüğe çıkabilir bu durum?