ÇELİK Gülersoy Vakfı Yayınları'nın son eseri "Hükümet Kapısı Bab-ı Ali" ile, kitaplığım paha biçilmez bir mücevher kazanmış oldu. Vakıf, "Yayıncılıkta kalite" şeklinde, bence fazla mütevazı bir slogan kullanıyor. Çünkü vakfın, çoğu Sayın Gülersoy'un imzasını taşıyan her eseri,"kalite" ufuklarını çok aşıp "belgesel yayıncılıkta doruk" aşamasına ulaşıyor.
M.NERMİ Haskan ve Çelik Gülersoy'un sabırlı, soluklu, özenli çalışmayla birlikte hazırladıkları "Bab-ı Ali" de, daha öncekiler gibi, son derece kapsamlı bir eser. Bu eserden öğreniyoruz ki, "İstanbul şehrinde, Roma Bizans çağında, hatta daha önce Pers işgallerinde bile bir 'kapı' kavramı var" imiş; Ksenofon'a atfen Hammer'in bu bilgiyi verdiği vurgulanan eserde, Bab-ı Ali, kısaca şöyle tanımlanıyor:
"YOKSUL ve çaresiz kalabalıkların başvurduğu, dert anlattığı, kimi zaman muradına erdiği, kimi zaman üzgün geri döndüğü, yüksek kemerleri altından dışarıya toplumları mutlu ya da mutsuz eden kararların çıktığı, devlet sahiplerinin bütün görkemleriyle işlediği, ve ama durmadan sahip te değiştiren bir büyük kapı."
ESERDE Bab-ı Ali'nin kural ve gelenekleri, fiziksel yapısı, iç dokusu, hükümet mekanizması olarak işleyişi, tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bununla birlikte 1600'lerden İstanbul'un işgaline kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun iniş-çıkışlarının, nihayet Padişah Vahideddin'in sarayda düşük rütbeli İngiliz subayları karşısında selam durduğu, ezilip büzüldüğü o hazin tükeniş günlerinin ibret dolu öyküsünü okuyoruz.
ESER, çoğu hiç bir yerde rastlanamayacak gravürler, illüstrasyonlar ve fotoğraflar içeriyor. Bunlar arasında Melling'in çizimleri ve Lale Devri'nin Hollandalı ressamı Vanmour'un 3'üncü Ahmed dönemine ait tabloları da bulunuyor. Eserin bazı bölümleri var ki, bugün de devlet kapısına işimiz düştüğü zaman önümüze dikilen "mevzuat duvarları"nın temelinin Bab-ı Ali'de atıldığını bize hatırlatıyor.
Değerli eserden söz etmeyi yarın da sürdüreceğiz.