DSP Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan, geziye gittiği Libya'da, büyükelçimizi her halde "eleştirmek" amacıyla, tuttu, "Ben başbakan olsam, Rahmi Koç'u Amerika'ya, Sabancı'yı da Japonya'ya büyükelçi yapardım" dedi.
Libya büyükelçimiz Müfit Özdeş de, cevabını verdi:
"Ben de şimdi eldivenleri takıp ameliyatlara mı başlamalıyım, herkes kendi işini yapmalıdır" dedi.
Uygar toplumların, uygar insanları arasında bu tür tartışmalar olabilir.
Bir vekil öyle söyler, bir büyükelçi de böyle cevap verebilir.
Ama "Basında Güven" gazetesinde yazı yazan Hasan Pulur'un, böyle "şakacı" bir tartışmaya getirdiği çözüm, tartışmanın kendisinden daha evlere şenlik oldu.
Son derece köhne bir bakış açısıyla bodoslama girdi konuya ve:
Cumu günkü sütununda, bayan vekilimize şöyle seslendi:
"Hanım hanım, sen elinin hamuruyla erkek işine karışma!"
Siz hiç, son yıllarda, bu kadar çağdışı, bu kadar kurumuş ve pörsümüş bir değerlendirmeye şahit oldunuz mu?..
Olmadıysanız, buyrun...
Buyrun da, "elinde hamur" olanlarla, "eli kıllı" olanlar arasındaki bu "seçkin" sınıflandırmayı, istediğiniz gibi irdeleyin!..
Bence bu yaklaşımın üzerinde durmaya gerek bile yok, çünkü eleştirmek için herhangi bir görüşün tutulacak bir tarafı olması icap eder.
Sanırım pideci fırınında ter döken bir hamurkâr bile, bu konuda bu kadar basmakalıp bir değerlendirme yapmazdı.
Yazık ve üzücü olan şudur ki, bu gibi köhne zihniyetler, 2000'lı yılların dünyasında, Türkiye insanına çağdaşlık, medeniyet ve daha birçok ciddi konuda görüş ve düşünceler sunmaya devam ediyor...
Allah Türkiye'ye kolaylık versin...
Allah, toplumsal hayatımızın bütün kahrını, bütün kederini ve ekonomik sosyal ağırlığını en az erkekler kadar sırtlamış olan eli hamurlu kadınlarımıza sabır ecir versin...
Ben daha ne diyeyim?..
Maliye bakanı Sümer Oral, meseleyi sert koydu.
"Emniyete zam konusunda herhangi bir çalışma yok" dedi...
Maliye bakanımızın zorluklarını gerçekten hissediyorum.
Yıllardır yüzde 100'lere yakın enflasyona alışmış bir ekonomiyi düze çekmek için "kemer sıkmak" gerektiğini de biliyorum.
Ama kemer sıkmanın da bir sıralaması, tasnifi vardır ve de "kamu tasarrufunun" bir mantığı olması gerekir.
Sayın bakanımız kusura bakmasın ama...
Ekonomiyi düze çıkartacağız derken, emniyet kuvvetlerinin başına da, Nasrettin Hoca'nın merkebinin başına gelenlerin gelmesine razı olamayız.
Çünkü polis, toplumsal çürüme ve çöküş ile mücadale ediyor.
Enflasyon nasıl bir toplumsal çürüme ve çöküş faktörü ise, rüşvet ve ahlaksızlık da öyle...
O halde, emniyet kuvvetleri adına yapılacak bir "iyileştirme" toplumsal yücelişin doğal bir parçasıdır, bu mücadelinin bir cephesidir.
Bir cepheyi sıkı tutarken, öteki cepheyi gevşetirsek savaşı kaybetmez miyiz, sayın bakanım...
Bir yolu olmalı diyorum ben...
Siz daha iyi bilirsiniz...
Hemen şimdi bir Bakanlık Kurulu toplantısı ile, "tören, karşılama, seyahat, otomobil ve benzin" giderlerinde yapılacak bir ciddi tasarrufu, emniyet teşkilatına ek zam olarak kaydıramaz mıyız acaba?..
Böyle esnek bir taktik karar almak çok mu zordur?..
Önemli bir cepheyi, savaşa daha güçlü dahil etmek...
Enflasyonun yanısıra, "genel ahlaksızlığı" da asgari düzeye çekmek bakımından...
Yanlışta mıyım acaba?..
Baykuşluk
Bilime saygımız tartışılmaz.
Bilimadamlarına da...
Fakat deprem konusunda konuşan bazı bilimcilerı, bu saygımızı biraz zorluyorlar..
Mahçup etmemek için isimlerini yazmıyorum..
Birkaçı oturup araştırma yapmışlar.
Vardıkları sonuç şu:
"Önümüzdeki 30 yılda İstanbul'da büyük bir deprem olacak..."
Eeee, bunu zaten biliyoruz, çaresizlik içinde zaten kabul ettik, bu şehri bırakıp kaçamayacağımıza göre, ne olacak, ne yapacağız?
Yapacağımız bir şey yok...
Ama başka tahminler var:
"40 bin bina yıkılacak, 43 bin kişi ölecek, 130 bin kişi de yaralanacakmış..."
Afferin size .. Nasıl da saydınız?
Belki 43 bin 916 kişi ölecek!..
Belki 124 bin 758 kişi yaralanacak!.. Hem belki, 40 bin bina değil, 39 bin 716 bina yıkılacak!..
Nereden biliyorsunuz, emin misiniz, son kararınız mı?..
Deprem sustu ama deprem baykuşluğu devam ediyor.