|
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr
)
|
28 Şubat rejimi ve Sezer
Biz, hepimiz şimdiki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i Anayasa Mahkemesi Başkanı iken "12 Eylül Hukukuna" yönelik eleştirileriyle tanıdık. Askeri rejim anlayışının evrensel hukuk kurulları ile nasıl çeliştiğini saydam bir şekilde sergiliyor ve hukukçu kimliği ile bunlara cephe alıyordu.
Sezer'in hukukun üstünlüğüne önem veren hukukçu kimliği ile cumhurbaşkanı olması, başta "demokratlar" olmak üzere herkesi umutlandırdı.
Sezer yalnızca Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış bir hukukçu olmakla yetinmeyip, medeni tavırlarıyla da, kendi döneminin kaşesini oluşturmaya başladı. Padişah kalıntılığını yaşam biçimi haline getirenlerin aksine insani bir üslubu benimseyerek "eşit vatandaşlar arasında birinci" kimliğiyle yaşamaya koyuldu.
Sezer'in muhalifi olduğu "12 Eylül hukukunu" aşması sayesinde Türkiye'nin "demokrasiye" yöneleceğini beklerken, devletin belirli odaklarının da, cumhurbaşkanını "28 Şubat Rejimi" ile sarmalamaya kalkıştığını görmekteyiz.
Suç işleyen memuru doğrudan savcıya emanet etmeyi önleyen Osmanlı kalıntısı Memurin Muhakemat Kanunu'nu değiştirmeye direnen Ankara'nın, şimdi gözüne kestirdiklerini salla sırt memurluktan atmaya kalkması boşuna değil.
28 Şubat Rejimi
12 Eylül'ün darbe rejiminden bunalan Türkiye, sanki bu yetmiyormuş gibi şimdi de "28 Şubat darbe mantığının" kalıcı hale gelmesine uğraşanların pençesine düştü.
Amatör siyasetçilerin ellerinde yok olan üniversiteler de, yürürlüğe konarak memur kıyımı yapılmasına imkan verecek olan Kanun Hükmünde Kararname girişimi de, varlık nedenini 28 Şubat askeri darbesinden alıyor.
Çağdaş demokrasilerde, askeri darbe bir suç iken, bizde bu dönemin baskıcı unsurları el üstünde tutuluyor. Ve o darbeci zihniyet "düşman" bellediği hedefleri, kanun hükmünde kararname ya da YÖK kararlarında olduğu gibi, hukuk dışı uygulamalar ile saf dışı etmeye uğraşıyor.
"Kışla" ya da "Cami" etrafında toplanarak, siyaset yapma dışında bir geleneği olmayan bir ülkenin hemen bir "hukuk devletine" dönüşmesi pek kolay değil. Zaten serinkanlı bakınca Türkiye'nin bir kabileyi andırdığını görüyorsunuz. Susurluk dosyalarında adı geçen devlet görevlileri durdukları yerde duruyor ama biz kendimize hukuk devleti demekten hoşlanıyoruz. İrtica, bölücülük rejim suçu ama Susurluk çeteleri kurup adam öldürmek, eroin ticareti yapmak, silah kaçakçılığına bulaşmak suç değil. Ve Susurluk etrafında yapılan bütün bu kanunsuzluklar "bölücülük" ile savaş olarak yutturulmaya çalışılıyor.
Sezer'i yıpratmak
Cumhurbaşkanı ise, Susurluk kahramanlarının terfi etmesini üniversite hocalarının polis tarafından coplanmasını, hükümlü yakınlarının inanılmaz bir şekilde dayaktan geçirilmesini içine sindirecek birisi değil.
Üstelik, kendisi Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, Anayasa'ya aykırı olduğunu imzasıyla belgelediği hukuk dışı kıyım kararnamelerine onay verecek birisi hiç değil. Ama Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin önündeki çağdaşlık yolunu açmaya çalışırken, birdenbire kendisini 28 Şubat Rejimi'ni pekiştirme aracı olmaya itenlerle karşı karşıya geldi. Bir güç, Sezer'i kendi kimliğini ve geçmişini reddetmeye zorluyor sanki.
Birkaç gündür bazılarının Cumhurbaşkanı'na hangi üslupla hakaret ettiği izlenirse, Sezer'in, kendilerini Türkiye'nin sahibi sananları nasıl rahatsız etmekte olduğu da görülür.
Asıl amaç Avrupa Birliği
Türkiye'de yeniden kızışan kavganın iki tarafı var: Avrupa Birliği'ne girmek isteyenler ile istemeyenler. Demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisi kimin işine gelmiyorsa, onlar bu süreç hızlandıkça azıyorlar.
Yoksa, Avrupa Birliği'ni gerçekten arzulayan bir yönetimin ne baskıcı bir üniversite düzenine, ne kıyım kararnamelerine, ne de Susurluk ve darbe kahramanlarını terfi ettirmeye gönlü olur.
Türkiye bunları aşar
Türkiye'de henüz 28 Şubat'ın envanteri çıkarılmadı. "Tankla balans ayarı" yapılmasını savunanların bir kısmının ne tür kişisel çıkarların peşinde olduğu tam aydınlanmadı. Üstelik bunlar, askeri darbeleri savunmanın "laik, modern" bir tavır olduğunu söylemeyi de ihmal etmediler. Ancak, elbirliğiyle geçiştirilen konu Susurluk Skandalı idi. Zaman içinde elbette hepsi yerli yerine oturacak.
1960, 1971 ve 1980'den bugüne kim kaldı ki, 28 Şubat döneminden birileri kalsın ve bu darbe, onu yapanlara ya da savunanlara şan, şeref ya da şöhret getirsin.
Bugün, 28 Şubat askeri rejimini pekiştirmek isteyenler ile buna direnenler arasındaki mücadele yaşanıyor. Ama biz bunların da aşılacağı umudundayız.
Bırakın 28 Şubat hukukunu, 12 Eylül hukuku da sökülüp atılacak. Bilim haysiyetine aldırmayan üniversite düzeni de, mevcut antidemokratik anayasada bile yeri olmayan kararnameler de geride kalacak.
Cumhurbaşkanı, 12 Eylül hukukunu eleştirerek geldi, dönemini bunu aşarak tamamlayacak. Türkiye'yi karartmak isteyenlerin yenileceği yeni bir on yıl başladı.
Güzel bir on yıl...
|
|
Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|