Bizim Toros dağlarının yaylalarında bağlama çalan iki halk aşığının karşı karşıya gelerek atışmasındaki deyişlere döndü. Çulsuz yörüğün bey olmak istemesini tiiye alan deyiş var ya.
Hani akıl veren...
Fakat para vermeyenlerle ince ince dalgasını geçiyor ya işte o yörük deyişi gibi: Herkes kesesinden yesin içsin. Saltanatım var benim. Aslı yok yaylasında 500 koyunum var benim.
Heyyyy... Heyyy...
Sen kalk; çok kazançlı şirketler kurmuş, bol gelirli bankaların sahibi olmuş, holdingleşmiş, kazanmaktan, kişisel servet ve mal biriktirmekten doyuma ulaşmış, paranın satın alabileceği herşeyin sahibi olabilmiş Türkiye'nin en zengin 85 kişisini biraraya topla.
Gelin de...
Batılı işadamı gibi olalalım...
Biz de parayı aşalım...
Biz bu toplum sayesinde varız.
Toplumdan aldık...
Biraz da topluma verelim de...
85 zengini ikna et...
5 büyük festival düzenlemek yılda dünyanın en büyük 3 bin sanatçısını İstanbul'a getirmek ve 300 bin İstanbullu izleyici ile bu 3 bin dünya sanatçısı sahnede, tiyatroda, sinema salonunda, müzikalde buluşturmak için bir vakıf kur.
Vakfın adını:
Sanat ve Kültür Vakfı koy...
Hedefelerini gerçekleştir...
İstanbul'a her yıl 3 bin dünya sanatçısı gelsin, 300 bin İstanbulluyla 5 büyük festivalde tanışsın, sanat ve kültürü köprü olarak kullanıp Türkiye'nin adı da dünyaya iyi imajlarla anılır olsun.
Bu hayırlı iş...
Çok hayırlı...
Bu vakfın kurluşu için harakete geçenlerin adı bin yıl yaşasın.
Fakat sen kalk bir de çağdaş ölçülerde 70 bin metrekare kapalı alanı olan, 85 milyon dolara mal olacak ve 2004 yılında bitecek bir büyük kongre salonu da yapmak için İngiliz şirketine proje yaptır.
Bu da güzel fikir...
İyi akıl... Ülke için faydalı...
Fakat bu binanın yapılabilmesi için gerekli olan araziyi o dönemin hem devletin başkanı, hem ordunun başkanı olan Genaral Evren'den al. Yani devletin İstanbul Ayazağa'da içinde 3 tarihi padişah köşkü bulunan 66 dönüm arazisine 49 yıllığına sahip ol. Bu arazinin üstüne dikilecek çok çağdaş, çok işlevli binanın yapılması için gerekli parayı da dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakanı Demirel ve Belediye Başkanı Dalan'dan al. (Bedrettin Dalan aradı, değil 8 milyon dolar, 8 kuruş dahi vermedim. Parayı Ankara'da devlet verdi, ben sadece tüzüğe göre vakfın onursal başkanı oldum, rahmetli Nejat Eczacıbaşı küstü ama sonra iyi dost olduk diyor)
31 milyon doları devlet versin...
İşte o zaman bu vakıf olmuyor. Dürüst olalım: Vakıf olabilmesi için araziyi de vakfın kurcularının koyduğu parayla almak, 85 milyon dolara mal olacak binayı da vakıfçı işadamının parasıyla yapmak gerekiyor. İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı örneğinde ise aklı özel sektörün verdiği, arsayı ve parayı ise devletin ödediği, yönetimi vakıfçı işadamı ailesince yürütülen bir başka acayip iş oluyor.
31 milyon doları devlet koymuş...
Peki işadamı kaç dolar koymuş?
Asıl soru bu: Vakfın bugünkü yöneticisi Şakir Eczacıbaşı'nı arayıp sordum: "Özel teşebbüs olarak Vakıf kurucuları hiç para koymadılar. Daha doğrusu henüz politikacıya tam olarak güvenemediğimiz için biz gidip onlardan para istemedik. Ne zaman ki devlet bu inşaat için gerekli olan paranın önemli bir bölümünü verebileceğini samimi olarak gösterir ve yönetime de egemen olmak gibi bir niyet taşımadığına bizleri inandırsa o zaman özel teşebbüs, politikacılar bu Vakfın mallarına ve yönetimine el atmayacaklar güveni gelir, para vermeye başlar" dedi.
Yani işadamları akıl koyuyor.
Devlet para koyuyor.
Arsa veriyor.
Peki bunun adı şimdi vakıf mı oluyor?
DENKTAŞ; "33 değil 14 makam aracım var"