Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in "keyfi memur kıyımı" yani "kmk" diye kısaltılması gereken "khk", yani "kanun hükmündeki kararname" konusunda Bülent Ecevit ile, 312.madde konusunda ise MGK'nın asker üyeleriyle ayrı düşüncelere sahip olması, Türkiye'nin bir gün "hukuk devleti" olabilmesinin; hatta AB yollarına döşenen mayınların temizlenmesinin güvencesi gibi gözüküyor.
Sezer, Cumhurbaşkanlığı'na seçildiği vakit, iki görüş ortalığı kaplamıştı:
1.Türkiye'nin mevcut konjonktüründe, "askerlerin onaylamadığı" bir kimsenin Cumhurbaşkanı seçilebilmesi mümkün olmadığına göre, Sezer, muhtemelen "asker güdümlü" bir Cumhurbaşkanı'dır. Öyle değilse bile, "siyasi tabanı" bulunmadığı için, askerlerin kendisine sokacağı rotaya girmek zorunda kalacaktır.
2. Sezer'i Cumhurbaşkanlığına, Bülent Ecevit önermiştir. Herhangi bir siyasi tecrübesi olmayan Sezer, ister istemez ve bir "diyet borcu" türünden, "manev¥ borç" altında Ecevit'in güdümünde olacaktır.
Oysa, MGK toplantısından sızan haberler, bu, o sıralarda pek mantıklı gözüken iddiaları çürütecek niteliktedir. Sezer, Türkiye'nin demokratikleşmesinin, bu çerçevede AB yoluna koyulmasının önünde dikilen engellere ilişkin tavrında "ilke"den yola çıktığını gösteriyor. Cumhurbaşkanı'nın, siyasi ve ideolojik amaçlarla memur kıyım makinası gibi çalışacağı besbelli olan KHK'ya karşı olduğu, bunu Anayasa'ya aykırı bulduğu -Türkiye'de hukuk¥ değeri olan bir anayasa bulunmadığına göre, bunu hukuka aykırı buldu, diye de okuyabilirsiniz- biliniyor. Ayrıca, 312 konusundaki demokratik zihniyeti, herkesin malõmu.
Sezer, elle tutulmayan, gözle görülmeyen ama varolan güçlü dinamiklerin ortaya çıkarttığı ve Çankaya'ya taşıdığı bir isimdir. Türkiye'de "hukukun üstünlüğü"nün olmadığı olgusundan hareket eden ve bunu talep eden insanların, yolsuzluğun kural haline gelmesine tepki duyan ve bunun ortadan kalktığı bir Türkiye arzu eden herkesin Çankaya'da görmek istediği bir isimdi. Eğer, bir "diyet borcu" varsa, Türkiye'yi bir "hukuk devleti" olarak görmek isteyen insanlara ve tarihedir.
Şu ana kadarki performansı, onun da, bunun farkında olduğunu gösteriyor. Kendisinden öncekinin zayıflıklarını sergilememekte, Çankaya'ya kendi mührünü vurmak istediğini ifade ediyor. İşte tam da bu yüzden çok güçlü. Altında partisinin bulunmadığına, elinin altında silahlara sahip olmadığına bakmamak lâzım. Tarihin akış yönünde ve Türkiye'nin yarınları doğrultusunda davrandığı takdirde güç kazanacak.
Siyasi kabile reisleri hangi sıfatı taşırlarsa taşısınlar, güçlü değiller. Ancak, birbirlerini yapışarak o sıfatları elde bulunduruyorlar. Bakın, Ecevit'e; yarını var mı? Partisinin kalıcılığından söz edebilir misiniz? Bahçeli'nin üzerinde oturduğu bir sürpriz yüzde 18'lik oy. Yarını belli değil. Yılmaz, daha bir ay önce, Yüce Divan kapısında dolaşıyordu. Partisi, kendisiyle birlikte erirken, hükümete sığındı. Bu, güçlülük mü?
Askerler, AB'ye aday üye bir ülkede, en yakın müttefik Amerika'nın Soğuk Savaş bakış açılarından sıyrıldığı bir siyaset zihniyetine sahip olduğu dönemde, Türkiye'yi doğrudan yönetemiyorlar. "Uzaktan kumanda ile yönetim"in ise aşamayacağı sınırlar var. Onların da güçleri sınırlı.
En önemlisi, Türkiye'nin AB'ye aday üyeliği olgusu. Bunun gerekleri doğrultusunda, yani Türkiye'nin "stratejik ufukları" ve dolayısıyla "tarihi çıkarları" yönünde davrananlar, sıfatları ne olursa olsun, güçlüdürler.