


Devlet yönetmekte ne kadar başarılıyız?
Önceki gün, Türkiye'de Devlet'in bir saatte ne üretip, ne tükettiğiyle ilgili haberler vardı bazı gazetelerde... Haberin de kaynağı Anadolu Ajansı'ydı.
Bizim Devlet, bir saatte 3 trilyon 600 milyar lira gelir elde ediyordu.
Peki, bir saatte ne harcıyordu?
5 trilyon 500 milyar lira...
Böylece her saat başı 1 trilyon 900 milyar liralık bir açık oluşuyordu.
Sade bir vatandaş olarak saat başı 300 bin 600 lira kazansanız ve 500 bin 500 lira harcasanız; durumunuz ne olur bilemem?..
Ama Devlet'in durumunun ne olduğunu yaşarken hepimiz görüyoruz.
Devlet'in bir saat içindeki gelir ve giderlerinin yeniden güncelleşmesi, çok eski bir anıyı canlandırdı belleğimde.
Tarih 10 Kasım 1953 günü...
Atatürk'ün naaşı, öldüğü zaman bırakıldığı Ankara Halkevi'ndeki "Etnografya Müzesi" adı verilen özel salondan alınmış, büyük bir törenle Anıtkabir'e götürülüyor..
Kortejin başında siyah yelekli gündüz frak'ı giymiş 3 yıllık Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 3 yıllık Başbakan Adnan Menderes ve kabine üyeleri...
İkinci sırada CHP muhalefeti lideri İsmet İnönü ve CHP milletvekilleri...
Kortej, eski Meclis Binası'nın önünden Anıtkabir'e doğru yaya yürüyor...
Dedikodulara göre 5-6 km. yolun yaya yürünmesi, biraz da 70 yaşındaki İsmet Paşa'ya eziyet olsun diye planlanmış... Oysa Bayar da sadece iki yaş küçük İnönü'den..
Ancak dedikodular İsmet Paşa'nın, Atatürk'ü hiç mi hiç sevmediğinden ötürü, naaşının Anıtkabir'e naklini savsaklatmış olduğu merkezinde...
Bayar ise Atatürk'ün Ğİsmet Paşa'nın yerine geçmiş- son Başbakanı.. Cumhurbaşkanlığının 3. yılında Ata'nın naaşını, Ankara Halkevi'nden Anıtkabir'e naklettirerek, hem ona olan bağlılığıyla sevgisini somutlaştırıyor, hem de görkemli bir biçimde İnönü'den öc alıyor...
7 yıl sonra İnönü de, Bayar'a hem idam sehpasını, hem zindanları gösterecek; sonra da kendisini düştüğü kuyudan çıkaracaktır.
Neden Devlet'in bir saat içindeki gelir ve giderleriyle ilgili haber; bu eski anıları çağrıştırdı bende?
Çünkü efendim o gün Naci Sadullah'la birlikte, biz de kortejin sonunda yürüyorduk...
Ve konuştuğumuz konu Devlet'in bir günlük gelirleriyle giderleri arasındaki açıktı...
Mevcut "karma ekonomi" düzeni, "Devlet eliyle kişi zengin etmeye" yarayan ve Devlet'i iflasa sürükleyen bir düzendi...
Gerçekten de, NATO'ya bağlanan köylü taburları karşılığında ABD'den alınan yardımlarla; Almanya'ya "işçi" etiketiyle gönderilen köylülerin dövizleri olmasa; Türkiye'nin ekonomisi çok daha rezalet bir duruma düşebilirdi...
Tek parti döneminde ekonomik konular hiç mi hiç gündeme gelmezdi. Ne adam başına düşen ulusal gelir bilinirdi; ne üretilen enerjiyle tüketilen enerji...
İsmet Paşa, Ankara hükümetinin ilk günlerini anlatırken, kadro eksikliği yüzünden sabahları Ankara Garı'na gittiklerini ve İstanbul'dan gelen yolcular arasından kravatlı olanları, Dışişleri Bakanlığı'na memur atadıklarını söylerdi..
Karl Marx:
- Tarihte ne olmuşsa, o sırada başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur, der..
Ancak bir düşünce jimnastiği açısından duruma bakıldığında, acaba Türkiye 20. Yüzyıl'da daha gelişmiş bir düzeye ve daha olumlu bir ekonomiye kavuşturulamaz mıydı?
Acaba hangi faktörler engelledi böyle bir gelişmeyi ve neden hala daha Devlet'in bir saatlik gelir ve giderleri arasında 1 trilyon 900 milyar liralık bir açık var?
Dileyenler tartışabilirler...