Spordan sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün koca bir çam devirmeye hazırlandığını haber aldık.
Galatarasay'a devlet kesesinden 5 milyon dolar başarı ödülü vermeye hazırlanıyor sayın Ünlü!
Bu konuyu aylar önce defalarca yazmıştım.
Ve bir Galatarasaylı olarak, inanın ki binlerce aklıselim Galatasaraylı'dan destek görmüştüm.
Sayın Ünlü!
Lütfen beni içten dinleyin!
Eğer memura üç kuruş zam yapmak için maliyeden para dilenen bu hükümet, Galatasaray'a 5 milyon dolar vermeye kalkarsa, bu, hükümet için sonun başlangıcı olur.
Gerçi, bu parayı çıkarıp verme imkanınız var ama bu ülkede herhalde bir seçim daha olacak.. Ve 3 milyon memur o seçimlerde oy kullanacak... Eşiyle, yakınıyla, çevresiyle 5-6 milyonluk seçmen kitlesi, bu haksızlığı asla unutmayacaktır.
Objektif durum, hükümetin içinde bulunduğu ekonomi ve memura yaptığı zamlar açısından böyle...
Gelelim profesyonellik ilkesine...
Galatarasay, tıpkı ötekiler gibi profesyonel bir kulüptür.
Evet, büyük başarı göstermiştir ve bu başarının semeresini alkışlar ve gönül desteği ile aldığı gibi, profesyonel manada da almıştır.
Bir kere UEFA'dan hakettiği primi almıştır.
Ayrıca, antrenörünü ve yıldız futbolcularını dışarıya transfer ederek, finansman gücü de elde etmiştir.
Ayrıca Telsim gibi firmaların reklamları sayasinde yine başarısının semeresini görmüştür.
Şimdi devlet kesesinden 5 milyon dolar çıkarıp vermek, neyin nesi oluyor, izah edebilir misiniz?
Hem profesyonel kulüplere devlet yardımı anlayışı, medeni dünyada var mı, kaldı mı ki, böyle bir işe kalkışılıyor?
Ayrıca babanızın parasını mı veriyorsunuz?
Öte yandan Galatasaray'a para vermek, öteki kulüplere haksızlık değil mi, haksız rekabete yol açmaz mı?
Neresinden bakarsak bakalım, gayretinizin mantığı ve izahı yoktur.
Bir de şu soruya cevap aramanızı istirham ederim:
Diğer kulüplerin başındaki başkanlar, kulüplerine oluk gibi para akıtırken, Galatasaray'ın başındaki Faruk Süren, o koltukta niye oturmaktadır?
Kendi parasını vermek için mi, yoksa devlet içinde lobi yaratıp, hazineden para kopartmak için mi?
Yalnızca memurlar adına bile bilin ki, iki elim yakanızda olacaktır.
Evet Galatasaray'lıyım ama önce hak ve adaletten yanayım.
Bu gibi hallerde, farkına varanların o "hakarete" itiraz etmeleri gerekir. Haksızlık olmasın diye...
Geçen Pazar, büyük gazetelerimizden birinde, hayli deneyimli bir genel yayın müdürünün basın mesleği ile ilgili görüşlerini yansıtan bir röportaj yayınlandı.
Deneyimine ve terbiyesine özen gösterdiğimiz genel yayın müdürü, röportajın bir yerinde şöyle diyordu:
"Bence, basında dört yazar var. Çetin Altan, Perihan Mağden, Mine Kırıkkanat ve Can Dündar... Geri kalanı yazar değil, yazı yazıyor."
Sayın genel yayın müdürü farklı bir üslup seçip, "Benim hoşlandığım dört yazar var" diyerek, anılan isimleri zikretseydi mesele kalmazdı. Fakat, tercih ettiği ifade tarzında iki hakaret gizlenmiş...
Birinci hakaret, Çetin Altan gibi bir birikimin ve yeteneğin, diğer üç kalemle, "bir kalemde" aynı kefeye konulmasıdır. Bu, ayrıca bizim gazetemizin yazarına, yazarlarına hakarettir.
İkincisi ise, kesinlikle üzerime alınmaksızın söylüyorum, basında yıllardır kalemi ile var olmuş ve var olan nice yazarı yok saymış olmak, hakaret ve dahi pervasızlıktır.
İnsan, bazı yazarlardan hoşlanır, bazılarından hoşlanmaz ve hatta hiç okumaz. Bunu anlarım...
Ama yukarıdaki gibi çalakalem bir tasnif, mantık ve izaha muhtaçtır.
Maksat "dikkat çekmek" ise yapılacak çok şey var. Kimlerin dikkat çekmek için neler yaptığına bakınız, anlarsınız... Ama bir genel yayın müdürü "dikkat çekmek" için böyle bir tasnif yapamaz... Hele o kişi, "iddialı bir gazeteyi" yönetiyorsa!
Aynı yayın yönetmeni, "Türkiye'de 4 doktor var, başka doktor yok" diyebilir mi, diyorsa bunu da öğrenebilir miyiz?