Her yerde aynı kavga
Biz çok kızıyoruz. Kimlere mi? Kime olacak siyasi liderlere ve onlarla birlikte hareket eden siyasi kadrolara.
Nedeni basit; çünkü bizim siyasiler çoğu kez işi gücü bırakıp birbirleriyle uğraşıyorlar, bunu yaparken de ülke sorunlarını unutuyorlar, iktidar kavgası onların tek hedefi oluyor, hizmet unutuluyor.
Bizde böyle de başka yerlerde farklı mı?
Çok farklı değil. Fark bizde olanın onlarda sadece belli zamanlarda olması. Amerika'da başkanlık seçimleri var. Bu kez seçimler çok kıyasıya geçeceğe benziyor. Çünkü Demokrat Başkan Clinton iki kez üstüste seçildikten sonra sıra büyük ihtimalle yeniden Cumhuriyetçiler'e gelecek. Cumhuriyetçi aday George Bush, Demokrat aday Al Gore'a karşı daha avantajlı görünüyor.
Ama tüm kamuoyu araştırmalarına rağmen her an herşey değişebilir, Amerikalı seçmenin ne yapacağı hiç belli olmaz.
Bu kıyasıya çekişmeye ilk kez Başkan Clinton da katıldı. Clinton Cumhuriyetçi aday Bush için "Babası eski başkan olan şımarık bir zengin çocuğu, tek özelliği Teksas valisi olması" dedi.Clinton'un bu sözlerine cevap aday George Bush'tan değil de, Amerika'nın eski Başkanı baba George Bush'tan geldi. Baba Bush "Açtırmasın Clinton şimdi benim ağzımı" dedikten sonra ekledi "Şimdiye kadar onun hakkında sustum, ancak oğlum hakkında bu şekilde konuşmaya devam ederse ben de onun nasıl bir insan olduğunu Amerikan halkına anlatacağım."
Şimdi bu durumda Clinton "Haydi anlatsana" dese, ne de şenlikli günler olur Amerika'da.
Aslına bakarsanız politika en çok Amerika'da çirkinleşiyor. Bizde olanlar Amerika'daki kampanya dönemlerinde yaşananların yanında solda sıfır kalır, Bizimkiler birbirlerine ne söylüyorlar ki, Amerika öyle mi, karşılıklı karalama kampanyası bir başladı mı, o kadar çok kirli çamaşır dökülüyor ki ortaya, insan şaşkınlıktan neye uğradığını şaşırıyor.
Ama Amerika'da bir fark var. Seçim bittiğinde bu kavgalar da bitiyor. Çünkü iktidar belirleniyor, muhalefette kalan bir sonraki seçime kadar elinden birşey gelmeyeceğini biliyor ve ona göre yeni planlar projeler geliştirmeye başlıyor.
Suçlu yine VATANDAŞ
Ekonomi iyi yolda. Bütün gazetelerin ekonomi sayfaları böyle diyor. Ama sormadan edemiyorum, madem ekonomi bu kadar iyi milletin harcamasına niye karışılıyor?
Otomobil ithalatı çok büyümüş, önüne geçilmek isteniyor. Güzel de serbest piyasa ekonomisinde var mı böyle şey? Ya da Avrupa Birliği'ne böyle mi gireceğiz?
Ekonomi için elbette çeşitli önlemler alınacak, ancak bu önlemler başka başarısızlıkları örtmek için olmamalı.
İthalatı kesmek için hedef vatandaşa yönheliyor. Bankalara "bu kadar ucuza tüketici kredisi vermeyin" deniyor. Çünkü ucuza kredi verilince vatandaş koşup ithal malı otomobil alıyor. Şimdi burada vatandaşı suçlayıp "Neden biraz para bulunca gidip ithal malı otomobil alıyorsun?" rdiyebilir miyiz?
Eskiden durum böyleydi. İthal malların önüne dağ gibi gümdük duvarı koyardık, o da yetmezse ki yetmezdi, içerde de vergiler bindirirdik. Bu ekenomik yapıyla Türk halkı satın alıp kullandığı malı dünyanın en iyisi sandı. Gerçeği öğrendiğinde de çok bozuldu. Şimdi vatandaşı bu yoldan geri çevirmek çok zor.
Çok pahalı hale de getirseniz artık vatandaş alıştığı malı alacaktır.
Kimileri ithalatın kısılması halinde tüketicilerin yerli üretime döneceğini söylüyor. Buna çok fazla katılmıyorum. Elbette temel mallarda bu böyle olabilir, ama özellikle lüks mallarda geriye gidişi kimse beklemesin.
Van'a gümrük kapısı
Otomobil ithalatını azaltmak için düşünülen çarelerden biri de otomobillerin giriş gümrüğünü Türkiye'nin en uzak bölgelerine taşımak. Buna ihtisas gümrüğü deniyor. Çeşitli ülkelerde kullanılıyor. Belli bir mal özel konumundan ötürü saüdece bir tek gümrük kapısından girebiliyor. Böylelikle hem güvenlik hem denetim yapılabiliyor.
Ama ihtisas gümrüğünü başka amaçla kullanırsanız buna gelecek tepki ne olur bilemem. Tepki dediğim özellikle Avrupa ülkeleri tabii.
Türkiye Gümrük Birliği üyesi. Bunun pekçok kuralı ve müeyyidesi var. Tabii Gümrük Birliği'ne üye olunca örneğin otomobil ithalatını kısıtlamak için ek vergiler, fonlar koymamız mümkün değil.
Bunun yerine gümrük kapısının yerini çok uzaklara taşıyıp maliyeti doğal olarak artırma yoluna gidiliyor.
Kesin olmamakla birlikte Van gümrük kapısının kullanılması öneriliyor. Böyle olunca otomobiller yine İstanbul'a gelecek, burada TIR'lara yüklenecek ve Van'a gidecek. Van'da gümrük işlemleri yapıldıktan sonra tekrar geri gelecek. Bunun da otomobil başına maliyeti 400 milyon lira olarak tahmin ediliyor. Böyle bir uygulama ile bile otomobil fiyatı 400 milyon lira artacak.
Bu Avrupa Birliği'ne karşı kurnazca bir buluş. Ama aynı kurnazlığı onlar da yaparsa ne olacak? Örneğin bizim tekstil ürünlerimize giriş gümrüğü olarak Alp dağlarının tepesindeki bir dağ köyünü gösterirlerse, "bizim ihtisas gümrüğümüz orada" derlerse, bizim ihracatçımız bununla başa çıkabilir mi?
Bilemiyorum, herhalde düşünülmüştür.
Hurafeye inanma
Ağustos ayına girdik. Çok doğaldır 17 Ağustos gecesi psikolojik olarak rahat uyuyamayacağız. Çünkü korkunç deprem felaketinin yıldönümü. Elbette deprem tam bir yıl sonra aynı gün aynı saatte olmaz, bunun tarihte de örneği olduğunu sanmıyorum, ama insan içindeki korkuyu da atamıyor doğrusu.
Depremin yıldönümü yaklaştıkça fısıltı gazetesinde acayip dedikoduların dolaştığını görüyoruz. Kim hangi amaçla bu söylentileri çıkarır anlamak mümkün değil. Herhalde insanların doğal korkularını körükleyip bundan zevk alanlar var.
Bilim adamları hemen hergün açıklamalar yapıyorlar. Her ne kadar deprem önceden tesbit edilemiyorsa da doğal bazı değişimler sürekli inceleniyor. Şu anda bilimsel anlamda doğada hiçbir değişimin olmadığı söyleniyor. Boşuna söylentilere inanıp aklınızı ziyan etmeyin.