Bir "Basın Bayramı" lafıdır gidiyor yine.. Hafta boyunca baktım da..
"Basın Bayramınız kutlu olsun!" diye yazısını bitiren mi ya da "Basından sansürün kaldırılışının 92. yıldönümü kutlamaları"nı sahi sanıp "Ne hoş! Sansürsüz 92 yıl!" diyen mi, ne ararsanız var..
Tüm bunlar o kadar çocukça geliyor ki bana..
Oysa hepimiz biliyoruz ki, "bayram mayram hak getire"; oturup hep birlikte "Basında sıkıntılı 92 yıl" anısına ağlayıp durmalı ve "Devlet-i Ali, neden basının yakasını 92 yıl boyunca bırakmıyor diye kahrolmalıyız!."
Neyse, bugün asıl anlatmak istediğim basına yönelik son yıllardaki saldırı ve baskılar değil! Az biraz gerilere gideceğiz..
Abdala malum olurmuş ya, geçen gün "bir hoş sada" için ofisine uğradığım araştırmacı dostum Necip Sarıcı, heyecanını hiç eksik etmeden önüme bir belge uzattı..
"Kimsede bulamazsın, hatta devletin arşivlerinde bile yok!" dediği bir belge.. Bakıyorum, eviriyorum, çevirisini okuyorum ve bu tek sayfanın yüzyıl öncenin bir sansür ve ibret belgesi olduğunu görüyorum!
Osmanlı'nın çöküş yıllarında bir gazetenin kapatılma öyküsünü merak ediyorsanız dikkatle okumaya başlayın şimdi!
Ancak, dikkatinizi sadece o günlere çekmiyorum bilesiniz!..
Biliyorsunuz ki sonraki günlerde de, yıllarda da "iktidarı elinde bulunduranlar"ın hiç değişmediği, değişmeyeceğidir! (Cumhuriyet Tarihi özellikle..)
Ama gazetesi kapatılan bir yayın müdürünün(hem de istibdat devri) veda yazısındaki inceliğin, cesaretin ve kararlılığın da altını çizmekte yarar var.. Dostumuza düşmanımıza ders niyetine..
Neyse, daha fazla söze gerek yok işte ibret belgesi..
"Gönderen; Matbuat İdaresi..(Dönemin ünlü sansürcübaşı Sadullah imzasıyla)
Alıcı; İbret Gazetesi..
Dikkat dikkat..
Basın Yönetiminden gelen özel emirdir.
Gazetelerin önde gelen görevi, "halka yararlı haber ve konularla ilgilenmek" iken, İbret Gazetesi'nin tuttuğu meslek; kişiliklerle uğraşmak, yasaları ve devlet icraatını aşağılayıcı saptırmalar, sataşmalar ve hükümetin temel kurallarına karşı serkeşçe görüşler yayınlayarak kamuoyunun zihinlerini bulandırmak olduğundan, (bu gazetenin) lağvedilmesi gereği birkaç defa ortaya çıktığı halde, Hükümet'in basın hakkındaki "ileri fikirlere sıcak bakışı"nın eseri olarak, tutumunu ve mesleki tavrını düzeltmesi için kimi zaman yayını durdurma, kimi zaman da uyarılarla yetinilmişti. Bu iyi niyetli davranışlarla kendine gelecek yerde, aksine, tuttuğu meslekte ısrar ederek, bu kez 129 numaralı sayısında ve Nuri imzasıyla 131 numaralı sayısında yazdığı makalede Hükümet düzeniyle bağdaşmayacak bir takım küstah saldırılar içeren görüşler yazıp basmak derecesine kadar gitmiş ve 130 numaralı sayısındaki "iki imzalı varaka" ünvanlı makalesinin sonunda kullanmaya cüret ettiği hakaretler, İbret Gazetesi'nin hareketinin hedefini açıkça tayin etmiş olup, böyle bir gazetenin yaşamasının devlet için sakıncası su götürmez bulunduğundan, kararname gereği duyuru tarihinden itibaren tümüyle kapatılmıştır."
Ve İbret Gazetesi, ertesi gün son bir nüsha daha yayınlayarak kapanır..
Yayın müdürünün "Halka veda" başlığıyla bir yazısı vardır manşette..
Der ki..
"İbret'in konuları halka yararlı mıydı, değil miydi? Yasalara mı sataştık? Yahut, yasaların uygulayıcısı olan Danıştay'ın hükmüne mi el uzattık? Kişiliklerle biz isteyerek mi uğraştık? Yoksa gördüğümüz baskılar ve taş atmalar üzerine mecbur mu olduk? Gazetemize göre padişahımızın özel emriyle yayına başladıktan sonra cezaların en hafifi olan "bir ay tatil"den başka bir resmi işlem görmemişken, Hükümetçe ikinci kez suçlandığı zaman, "birkaç deyim kullandı ve bir hikaye yazdı" diye bütün bütün kapatılmasına gidilmesi, benzer olaylarla ve eylemiyle uygun mudur, değil midir? Bunların ayrımını yapmak kamuoyunun hakkı olduğundan, biz o yolda birşey söylemeye gerek görmeyiz.
Yalnız şurasını açıklamaya mecburuz: Madem ki basın yönetmeliği uygulamadan yoksundur.
Ve madem ki Hükümet'in gazetelere arzu ettiği dil ve yolu belirlemesi kabil değildir. Arada İbret gibi vatansever ve ilerleme yanlısı yayın organlarının bir tesadüf veya bir yanlışlık uğruna feda olagelmesi doğal görünür.
İşte İbret, vatanseverlik yolunda mahvoluncaya kadar direndi. Sonunda bir sessizlik köşesine çekildi. Zarar yok! Dünyada kim kalmış! Ölümsüz ne kalmış! Yaşasın Vatan!..."
Yani demiş ki sevgili yayın müdürü, bu dünya ne sana ne de Sultan Süleyman'a kalmaz!
Kıssadan hisse! Sultan Süleymanlar(!) her devirde olacaktır ama yolcudur!
Hayatın her alanında Paslaşma!
Türk futbol aleminde son yıllarda inanılmaz gelişmeler oluyor..
Dünyanın en büyük kulüplerine milyon dolarlarla futbolcu ihraç edip duruyoruz..
Teknik direktörlerimiz de cabası, hatta basketbolcularımız..
Her ne kadar bu başarılar şımarıklığın, televole anlayışının ve entrikaların göbeğinde olup bitiyorsa da kim ne derse desin; biz artık bir futbol ülkesiyiz.. İşte futbol sohbetlerinin arş-ı alaya yükseldiği böylesi bir dönemde Bursa'da eli yüzü düzgün bir film çekilmeye başlandı..
Futbolumuzun başarıya geçiş yıllarından günümüze kadarki gelişmelerini anlatan bir film; Dar Alanda Kısa Paslaşmalar..
Yapımcılığını Umut Sanat Ürünleri'nin, yönetmenliğini Serdar Akar'ın üstlendiği film, (Yapımcı Nida Karabol'dan hikayesini dinledim) bence kafamızdaki (futbol dışı kesimlerin) pek çok soruya cevap vermiş olacak..
Amatör futbol kulüplerinin "Profesyonel"leşmek için nelere katlandığını, futbolun gücünü, futboldan güç elde etmek isteyenleri, profesyonelleşmek istemeyip amatör kalmak isteyen duygusal futbolcuları, kulüp başkanları arasındaki rant çekişmelerini, futbol kulüplerinin bazen bir parti kadar etkin olabildiklerini ama tüm bunların dışında bu ülkenin bir kasabasında "Cilalı İmaj Devri"nin amatör ruhları nasıl hallaç pamuğu gibi attığını ve küçük hayatlar arasındaki dayanışmayı...
Ve tabii ki mahallenin fırıncısı Hamdi'nin başkanlığındaki Esnafspor'un, gözünü para hırsı bürümüş yeni yetme, acımasız bir kulüp başkanı( Allah allah. Günümüzün kimi kulüp başkanlarını nasıl da andırıyor!) tarafından yönetilen Ülküspor'a karşı verdiği onur mücadelesini..