İnsan hikayeleri
Pazar günleri bu köşede yazım çıkmıyor çünkü Sabah Pazar ekinde "İnsan Hikayeleri" adı altında bir dizi yayınlıyorum.
Aynı gün iki yazı birden yazmak doğru olmayacağı için, okurlarımın ısrarlı sorularına rağmen bu köşede yazım yayınlanmıyor.
İnsan Hikayeleri'nde bugüne kadar Ekrem Akurgal, Türkan Şoray, Peter Ustinov, Joan Baez, Cengiz Aytmatov, Alvin Toffler ve Thilda Gökçeli anlatıldı.
Yarınki konuğumuz Elia Kazan.
***
En çok ilgi gören yazının, Thilda Gökçeli'yi anlatan bölüm olduğunu söyleyebilirim.
Tanıyan tanımayan bir çok kişi, yaşamı boyunca gölgede kalmayı tercih etmiş olan bu sevgili insanı okurken etkilendiğini belirtti.
Ne de olsa gerçekleri sonsuza kadar saklamak mümkün değil.
***
Bu diziyi yazarken, kamuoyunun tanıdığı isimler dışındaki dostlarıma henüz yer verememiş olmanın ve anlatılacak onca şeyi tek bir sayfaya sığdırmanın sıkıntısını yaşıyorum. Çünkü yaşananlar kitap olacak kadar yoğun, zengin ve dolu.
Ne var ki İnsan Hikayeleri'ni yazmak; anıları tazeleme, her şeyi tekrar düşünme fırsatı veriyor bana.
Jean Paul Sartre anılarımızın bize ait olmadığını söylemişti. Geçmiş bir zaman parçasında donmuş duran şeyler kimseye ait değildi artık.
Belki de öyledir. Belleğimizdeki izdüşümlerinden başka bir değeri ve varlığı yoktur anı dediğimiz şeyin.
Ama yine de geçmişin dalgalı denizinde, Arthur Rimbaud'nun "Sarhoş Gemi"si gibi yalpalaya yalpalaya dolaşmak güzel.
Tuhaf bir tadı var bunun: Bir daha ele geçiremeyeceğiniz yaşam kırıntılarının peşine düşmek ve unutuluş denizlerinden anı avlamak insanın içini hüzünle dolduruyor olsa da.
***
Diziyi yazarken ne kadar çok insanı, ne kadar derinden sevmiş olduğumu farketmem benim için bir kazanç oldu.
"Çok düşman, çok şeref!" diye bir Alman sözü var.
Ben "Aman eksik olsunlar!" diyorum. "Şeref meref de istemez!"
Bu hoyrat ortamda öyle çok düşmanlık gördük ki.
Bir zamanlar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen canciğer dostlarımdan bile düşmanlık kervanına katılanlar oldu.
Hem de kendilerine en ufak bir zararım dokunmadığı halde.
Ben onları severken, özlemle anarken, dostum zannederken bana yönelttikleri mızrakların üstüne düştüm.
Dostun gülü, yabancının taşından daha çok yaraladı.
Ne yapalım.
Dostluğun değerini bilemeyecek kadar hırs ve öfke doluymuş içleri demek ki.
Kötülük sarmış içlerini.
Onları unuttum.
Dostlarımı ise asla!
Biliyorum ki sonunda bizim merhabamız kalacak bu dünyada.