kapat

29.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Limasollu
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Arafat, Kudüs, Türkiye...

Tarih, "tarih”" kişilikleri belirlerken, her vakit, savaş meydanlarında zaferler kazanmış veya müzakere masalarında barışa imza atmış olanları kaydetmez. Savaş alanlarında hiçbir parlak asker” başarıya veya bir barış anlaşmasına imza atmamış olsa da, "tarih”" kişilikler mevcut olabilirler ve bunların eğer tek bir örneği varsa, o da Yasir Arafat'tır...

İşte tam da bu yüzden, Arafat, iki hafta süren ve nefes kesen bir Camp David maratonunun sonunda, İsrail Başbakanı Ehud Barak, Amerikan Başkanı Bill Clinton'un övgülerine mazhar olurken; kendi topraklarında bir kahraman olarak karşılanmıştır. Filistin halkı ve Arap ülkeleri, Arafat'a "barış"a imza atmadığı için sırtlarını dönmemişler ve tam da "barış"a imza atmadığı için onu kucaklamışlardır. "Tarih”" kişilikler, tarihe nasıl geçeceklerini bildikleri için öyledirler ve Arafat da öyledir...

Gerçekten de Barak, bugüne kadar hiçbir İsrailli liderin gitmediği mesafeleri katetmiş ve İsrail'in yıllardır "birleşik, bölünmez başkenti" olarak ilân ettiği Kudüs'ün konuşulması ve müzakere edilmesi üzerindeki "tabu"yu kaldırmış ve hatta Kudüs'ün bir bölümü -Araplarla meskžn- üzerinde bir "ortak yönetim" önermeye kadar işi vardırmıştır.

Filistin topraklarını ilk kez ziyaret etmiş ve Filistin Parlamentosu'nda ilk kez ayakta alkışlanan bir konuşma yapacak kadar "yakın" bir Amerikan Başkanı olan Clinton, İsrail önerileri üzerine, Arafat'a "bu fırsatı kaçırmamasını, bu fırsatı kaçırmaması halinde uluslararası meşruiyet ve cömert uluslararası ekonomik yardım elde edeceğini" bildirmiştir.

Arafat, buna rağmen, bu önerileri kabul etmemiş ve Doğu Kudüs üzerinde Filistin egemenliğinde ısrar etmiştir.

Bu "uzlaşmazlık" akıllıca bir tutum mudur?

"Tarih”" kişilikler, işte ilk bakışta hiç "akıllıca görünmeyen" tutumda ısrar ettikleri için, "tarih” kişilik"lerdir ve Arafat da öyledir.

Camp David'de onbeş gün bir tür tutuklu hayatı yaşayarak bir "barış anlaşması"na imza atarak da "tarihe geçmek" ama bir "yüzkarası" olarak geçmek mümkündür; ya da o imzayı atmayarak, "tarihteki şerefli yerini rezerve etmek" de... Arafat, bunu yapmıştır.

Barak, Camp David'e giderken hükümetinden olmuştu. 120 kişilik İsrail Parlamentosu'nda 42 kişiye hükmedebilir haldedir ve geri dönüşünde onu alkışlayanlar kadar kınayanlar vardır. Arafat'ı ise kendi dayanakları arasında, yalnız alkışlayanlar.

"Uzlaşmazlık" iyi bir tavır mıdır?

Değildir ama "uzlaşmazlık" ile "teslimiyet"i de karıştırmamak lâzımdır. Eğer, Hafız Esad, 1967 Savaşı'nda İsrail'in eline geçen Suriye'nin Golan topraklarının bir karışından bile feragat edemeyecek bir tutum ortaya koymuş ise, tümü Filistinli Arap nüfusu ile Doğu Kudüs üzerinde Filistin egemenliğinden Arafat nasıl vazgeçebilir.

Ne Filistinliler, ne Araplar, ne Müslüman dünya; Arafat'a Kudüs üzerinde bir takım yönetim sorumlulukları karşılığında, Kudüs'ü İsrail'e terketme yetkisi tanımamıştır. Tarih, Arafat'a bu yetkiyi tanımamıştır. Arafat, kendisine bu yetkiyi tanımamıştır.

Kim kaybetmiştir? İsrail, Kudüs'ün tümü üzerinde oturduğuna ve yıllardır Yahudi yerleşim merkezleri inşa etmekte olduğuna ve hele Amerika'dan "övgüler" işittiğine göre "güçlü taraf" değil midir?

İlk bakışta öyle ama "tarih”" anlamda değil. Çünkü, İsrail, göz kamaştırıcı asker” gücüne rağmen, kendi şartlarıyla Ortadoğu'ya "barış"ı dayatamadıkça, diken üzerinde oturmaya ve geleceğinden emin olamamanın tüm gerilimini yaşamaya devam edecektir. Savaş kazanabilmek, namlunun ucundan barışı elde etmeye yetmiyor. Üstelik, İsrail toplumu, her geçen gün daha bölünmekte ve daha ihtilâflı bir toplum haline gelmektedir.

İsrail, "tarih"le sıkıntılı bir haldedir.
Tüm dünyanın gözleri, Kudüs'ün kaderi üzerindeyken, Türkiye'nin tavrı nedir? Türkiye, yüzyıl öncesine kadar, Kudüs'ün tam 400 yıllık hâkimi idi. Türkiye, aynı zamanda bir "bölge ülkesi"dir. Bölgede "adil" bir barışa yapacağı hiç mi katkı yoktur?

Türkiye'nin Kudüs'e ilişkin bir tutumu, bir tavrı var mıdır; yoksa Ortadoğu'da İsrail'in yedeğinde, eli kolu ve gözleri bağlı bir seyirci midir?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır