Dananın kuyruğu koptu. YÖK listeyi gönderdi.
Beni, Sezer ile YÖK arasındaki şimdiki rauntlar ilgilendirmiyor.
Bugünkü netice ne olursa olsun, Sezer'den yanayım.
Çünkü YÖK'ten yana olmak için, yüksek bir yerden kafa üstü düşmek gerekiyor.
Jokere ihtiyacım yok, son kararım, kurulduğundan beri YÖK'e karşıyım.
Sezer, YÖK'ün üstünlüğünü değil, "hukukun üstünlüğünü" vurguluyor ve bu kurumu "reform platformuna" davet ediyor.
Siyasal partiler ile paradigma buna elverişli mi bilmiyorum.
Ama reforma davet yerindedir.
Ayrıca ben, YÖK yerine, hocalardan yanıyım.
Hocalarımızın kendi akademik atmosferlerini temiz tutmaya ehliyetli olduklarına inanıyor, inanmak istiyorum.
Üzerlerinde bir "velayet" kurumunun bulunması, üniversiteleri "küçük düşürüyor", 12 Eylül'den önce ciddi bir sabıkalı dönem geçirilmiş olsa bile...
Yanlış kullanılmaları özgürlüğü engellemez.
Devam cumhurbaşkanım!..
İlk önce, "Türkçe fırçası" yemediğime teşekkür etmeli, hemen ardından da, Ali Kırca noktasındaki "ihsasına" katılmadığımı ifade etmeliyim.
1- Hayatı algılayış biçiminde Ali Kırca'ya bir eleştirim olsa idi, bunu kaza geçirdiği gün asla yapmazdım. Hem ben, Ali Kırca'yı, yaşam algılayışını eleştirecek kadar yakından tanımıyorum ki!
Uzaktan izlenimim ise, Kırca'nın, yaşamı doğru algılayacak kapasitede olduğu yönünde...
Maksadım sadece, "ünlü" birinin geçirdiği "basit" kazanın topluma gönderdiği anonsun altını çizmekti.
Bir asansör işçisinin ihmâli, atılan sıradan bir adım ve beklenmedik ve haksız ve çok ansızın yüzünü gösteren ölüm ihtimali...
Ölüm bu kadar "yakında" ise, "sudan sebeplerle yaşamlarımızı zindan etmek anlamsız değil mi?" diye topluma sormuştum, Ali Kırca'ya değil...
Ali Kırca'nın bu soruyu üzerine alınabileceği, aklımın ucuna bile geçmemişti.
Çünkü, ne Ali Kırca'nın kavrayışı bu kadar kıt olabilir, ne de benim dürüstlüğüm böyle bir göndermeye el verirdi...
Ama ille de beni yanlış anlayan çıkarsa bu benim meselem olmaz!
2- Hakkı Bey'in ifade-i meram "dokundurmasına" gelince:
İfade-i meram, üsluptur. Ben, "rahat, kolay ve hızlı okunmayı" tercih ediyorum.
Konuları dallandırıp, budaklandırmadan, teorik ukalalıklar yapmadan, "alıntılar"la yazıyı içinden çıkılmaz hale getirmeden "kestirmeden" söylüyorum, yazıyorum.
"Kestirme" söyleyişim, 25 yıllık öğrenim ile 25 yıllık meslek tecrübesinin harmanlamasıdır ama "rayihası" bilinçli bir hafifliktedir, bunun değerini bilen biliyor.
Hem "Türk okuru"nun bu üsluptan "hoşlandığını", Hakkı Devrim benden yıllar önce müşahade etmiş değil midir?
Yoksa, sosyolog ve hukukçu bir gazetecinin, kitabi ukalalıklarla okurun anasından emdiğini burnundan getirmesi çocuk oyuncağı olurdu.
Benim için bir yazarın rahat ve hızlı okunması, önemli ve değerlidir.
Parasıyla gazete alan insanlara yazılarıyla işkence yapanların entelektüel aldatmacası" meslekte kalıcı değildir.
Mesleki birikimi bakımından, ne demek istediğimi en rahat anlayacak kişilerden biri olan Hakkı Devrim'den şunu söylememe izin vermesini de isterim:
Aslında, gazeteleri "okunmaz ve çekilmez kılan" yazarları, "yazarlık" konusunda daha fazla ısrar etmemeleri hususunda uyaracak bir mesleki mekanizmaya ihtiyaç olduğu bile bir vakıadır.
Belki bu, onların da selâmeti olurdu.
Müesseselere ağır yükler getiren "30 bin tirajlı" gazetelerin "bazı köşelerine" bakın, yeter...
Hakkı Devrim gibileri müstesna tutarak ama...