kapat

22.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Limasollu
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


"Kopartılmış kol" rejimin simgesi mi?

Son iki haftanın gazetelerini birarada tarayınca, "Avrupa Birliği'nin açık düşmanlarının" faaliyetlerini çok net bir biçimde görüyorsunuz.

Bunlardan en vahimi, 5 Temmuz gecesi Burdur Cezaevinde yaşananlardı. Devletin hukuksal güvencesi altındaki mahkumları hedef alan inanılmaz bir vahşetin sonunda, bir mahkumun kolu buldozerle koparıldı, bir diğeri de beyin kanaması geçirdi. Az hasarla kurtulduğu varsayılacak olanların halini ise resimlerden gördük. Kolu kopartılan mahkumun kolu bir kaç gün sonra bir sokak köpeğinin ağzında bulundu.

Biliyoruz ki, hafsalanın alamayacağı bu korkunç saldırının faili gene ortaya çıkarılmayacak. Önce idarenin kendi iç mekanizmaları, daha sonra sağlam bir zeminde yaşayan "ulusal işkencecilik" dayanışması bunu önleyecek. Türkiye'de gerçek bir muhalefet anlayışı olmadığı için de, kolu kopanlar kolunun koptuğuyla, beyin kanaması geçirenler beyinlerinin kanadığıyla, işkence görenler işkence gördükleriyle kalacaklar. Ankara, "egemenlik" ya da "ulusal onur" diye, buldozer ile kol kopartmaya demiyordur herhalde, değil mi?

Manisa'lı işkenceciler
Aslında, bu soruya cevap vermek pek kolay değil. Çünkü, kamuoyunun gözü önünde cereyan eden "Manisa'lı gençelere işkence davası" da bir başka ürkütücü tablo sergiliyor.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun "gençlere işkence yapıldığını" tasdik etmiş olmasına rağmen, zanlı polislerden birinin yedi aydır ifadesi alınamıyor. Siz hâlâ görevinin başında olan bir devlet memurunun bir türlü bulunamamasının normal olduğuna inanıyor musunuz?

Devletin rejim düşmanı ilan ettiği bir yazarın yakalanamaması mümkün olabilir miydi?

Ama aranan "işkence zanlısı" ise bulunmaması mümkün oluyor.

Üstelik, işkenceden yargılanan sanıklar hâlâ mahkemeye "resmi arabalar" ile gidip, geliyor. Hem de etraflarına bu davayı "zaman aşımına" uğratarak, ceza almaktan kurtulacaklarını söylüyorlar.

Böyle bir "ulusal işkencecilik" anlayışını, Avrupa Birliği'nin isteklerine karşı korumanın yolu "hamaset edebiyatından" geçer sananlar var. Avrupa "demokrasi" diye bastırdıkça onlar da vatan, millet, Sakarya'dan sözediyorlar. Asıl savunulmak istenen de, Manisa davasında görüldüğü gibi işkencecilik galiba.

Casus, rejim düşmanı
Türkiye'de tek parti döneminin ruhunu taşıyan rejimin değişmesini isteyenlere karşı kullanılan ve iyice havını dökmüş olan üslup hep aynı.

Örneğin, üniversite sisteminde birisi diğerini yaşatmak istemiyorsa ya "rejim düşmanı" ilan ediyor ya da "Atatürkçü olmadığını" söylüyor.

Öyle bir ülke düşünün ki, "demokrat olmak" rejim muhalifi sayılmak için yeterli.

Ya da, Kıbrıs'daki durum ortaya çıkıyor. Hem ordunun, hem polisin, hem de istihbaratın başındaki silahlı bürokratı kızdırdınız mı, anında "casus" ilan ediliyorsunuz.

Hem buranın "demokratik" olduğunu iddia edeceksiniz, hem de evrensel hukuk kurallarına yönelik bir talep olduğu anda, eski dönemin bütün iğrenç suçlamalarını devreye sokacaksınız.

Eğer bizdeki çürümüş rejimi 1930 anlayışı ile savunmazsanız, işi hukuksal uygulamalardan ibaret olması gereken Yargıtay Başsavcısı sizi "ihanet içinde" olmakla suçlayacak, KKTC'de itfaiyesini bile yönetmesine izin verilmeyen hükümetin önemli bir üyesi "polisin kendilerine bağlanmasını" isterse "vatan haini" sayılacak.

Türkiye'de ve KKTC'de yaşayanlar ya başsavcı gibi ya da tümgeneral gibi düşünecek. Siz dünyanın hangi doğru dürüst ülkesinde böyle bir demokrasi gördünüz?

Demokrasi tehlikeli
Aslında, Ankara'daki bazı yöneticiler Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasiye sahip olmasından kendi çıkarları açısından endişe duyuyorlar.

Ankaralı egemenler, evrensel hukuk kurallarından başka birşey olmayan demokrasiye karşı her türlü zırhı kuşanmak kararında. Hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş tüm ülkelerde, her türlü idari karar hukukun denetimine açıktır. Ama, askerler Cumhurbaşkanına "Askeri Şura kararlarının hukuksal denetime açılmasının disiplini bozabileceğini" söyleyebiliyorlar. Hukukun zararlı sayıldığı bir "devlet etme" biçiminin, demokrasiyle uyuşması kabil olabilir mi?

Hukukun üstünlüğü uygulanırsa, Susurluk Skandalı'nın baş kahramanlarından biri olduğu iddia edilen Tümgeneral Veli Küçük'ün yargılanması kendiliğinden gerçekleşecek. İzmirli bir grup avukatın olağanüstü çırpınmasına gerek kalmayacak. Dünkü Radikal gazetesi İzmir Barosu'nun "Çeteleşmeye Karşı Hukukun Üstünlüğü Komisyonu" üyesi onbir avukatın Danıştay'a temyiz başvurusu yaptığını yazıyordu. Biliyorsunuz General Veli Küçük "askeri kurum amiri" izin vermediği için yargılanamıyor. İzmir Barosu ise bunun "hukuk devleti" kavramı ile bağdaşmadığını vurguluyor.

Bu dönemde hâlâ bunlar ile uğraşmak, kolu kopartılan mahkum ile yargılanamayan general arasında ömür tüketmek de bizlere yapılan bir başka işkence.

AB'nin açık düşmanları
Hasankeyf, Zeugma gibi insanlığın en önemli kültürel birikimlerini yokeden, vatandaşlarının kendi anadillerini konuşmasını ve kültürünü geliştirmesini düşmanlık olarak gören, hukuksal güvence altındaki insanının buldozerle kolunu kopartan, gencine işkence yapan, işkencecisini kollayan, askeri bürokratını adaletin denetiminden uzak tutan, hukukun kendi disiplinini bozacağına inanan bir ülkenin, bu keyfilikten yarar sağlayan bölümünün "Avrupa Birliği'nden" ya da "Kopenhag Kriterleri" olarak isimlendirilen "demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisinden" yana olması mümkün mü?

Türkiye'nin üyelik için izlemesi gereken "yol haritasının" içeriğine bakın, ülkenin "demokratik bir rejimden" ne kadar uzak olduğunu göreceksiniz.

Şu an için, buradaki rejimin en çarpıcı simgesi "buldozerin kopartıp, köpeğin ağzında dolaştırdığı kol".

Ulusal işkencecilerin, "ulusal onur" ya da "egemenlik" şamatası ile "işkence hakkını" korumaya çalışmalarına karşı çok daha şiddetli mücadele etmeliyiz.

Yoksa "ulusal çıkar" adına işkencecilerimiz daha çok kol kopartacaklar.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır