kapat

22.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Limasollu
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Bir tatil öyküsü..

Uğur Pembecioğlu, bu defa bize ilginç bir öykü göndermiş.. Dino Buzzati'nin Köpek Balığı adlı kitabından..

***

Bayan Clara 5 yaşındaki oğlunu alarak, çoğu zaman yaptığı gibi ırmak kenarındaki parka götürdü. Çocuk pek güzel sayılmazdı, hatta ona sefil, sıska, cılız, solgun benizli bile denebilirdi. Hatta teni yeşilimsi bile sayılabilirdi, zaten oyun arkadaşları alay etmek için ona "marul" diye seslenirlerdi. İki minnacık anlamsız gözü vardı ve sağa sola bakınırken hiçbir kişilik özelliği sergilemezdi. Marul lakaplı oğlan, o gün yeni bir oyuncak tüfek edinmişti, kağıt parçacıkları fırlatmaktan başka bir marifeti yoktu onun. Gene de tüfekti işte. Ama gidip öteki çocuklarla oynamaya yanaşmadı, çünkü ona eziyet ederlerdi ve aralarına almazlardı. Gene de öteki çocuklar önünden geçerken Dolfi tüfeğini kucaklıyor ve ateş edermiş gibi yapıyordu. Aslında bu bir çağrı niteliğindeydi. Benimle oynayın...

Gerçekten de öteki çocuklar Dolfi'nin yeni tüfeğini farketmişlerdi. Bu üç kuruşluk bir oyuncaktı; ama onların ellerindekinden değişik ve yeniydi bu da merak ve kıskançlık uyandırmaya yeterliydi.

"Haydi Dolfi git oyna!."

Bayan Clara gözlerini örgüsünden ayırmadan oğlunu kandırmaya çalışıyordu. "Kiminle oynayayım?.."

"Tabii ki öteki çocuklarla, hepiniz arkadaş değil misiniz?"

"Hayır hiç bile, oynamaya gidince alay ediyorlar, bana marul demelerini istemiyorum."

Öteki çocuklar genellikle savaş oyunu oynarlardı, Dolfi bir kez onlara yanaşmayı denemiş, ama oğlanlar marul diye seslenmeye başlamışlar ve gülmüşlerdi. Onların hepsi sarışındı, Dolfi ise esmerdi, alnına düşen küçük kahkülü virgülü andırırdı. Onların kalın bacakları vardı, Dolfi'nin zayıf, onlar tavşanlar gibi koşar, sıçrar, zıplarlardı, Dolfi bütün gücünü toplasa da onlara yetişemezdi bile... Gerçi Dolfi ile yaşıttılar ama öylesine müthiş küfürler biliyorlardı ki o bunları tekrarlamaya cesaret edemezdi. Aralarında uzun uzadıya konuştuktan sonra oğlanlar yaklaştılar.

"Güzel bir tüfeğin var" dedi Max. Dolfi sevinçten havaya uçtu. Bunun üzerine o gün nasıl savaşacaklarını anlattılar ona. Max'in ordusu dağları işgal etmişti. Dolfi Walter'in ordusuna yüzbaşı olarak kabul edildi, ve her iki ordu da kendi savaş planlarını hazırlamak üzere bir kenara çekildiler. Walter ona büyük bir sorumluluk verdi. Öncü birliğe kumanda edecekti. Onun emrine sapanlı iki oğlan kattılar ve geçidi araştırmak üzere birliğin başına gönderdiler. Böylece dik bir yokuşun çevrelediği yolun başına geldi.

"Haydi Yüzbaşı Dolfi, saldırıya hazırlan, sen aşağıya varır varmaz biz yetişeceğiz ve savunmaya geçeceğiz, ama elinden geldiğince hızlı koş!"

Ve kendini hızla yokuş aşağıya bıraktı. Tam o anda arkasında vahşi bir kahkaha koptu, geri dönüp bakmaya zamanı yoktu ve tam o anda ayağının takıldığını hissetti. Yerden 10 santim yüksekliğe ip germişlerdi. Yüzüstü toprağa düştü ve yüzünü fena halde incitti. Tüfeği elinden uçtu gitti. Bu sırada çalıların arasından çıkan düşmanlar suyla ıslatılmış toprakla yaptıkları korkunç toplarla ona saldırdılar. Sonra üstüne atlayıp onu ezmeye başladılar. Onun generali olan Walter ve silah arkadaşları bile bunu yapıyorlardı.

"Al sana! Gör gününü! Yüzbaşı Marul!"

Sonra ötekilerin kaçmaya başladıklarını anladı, umutsuz bir ağlamayla titrerken, bir yandan da tüfeğini arıyordu. Aldı onu yerden, kırık bir demir parçasından başka birşey değildi şimdi.

"Aman Tanrım!. Dolfi ne yaptın böyle?" diye annesi hayretle sordu. Bu şanssız çocuktan nasıl bir erkek yetişecekti? Neden şu bahçeyi dolduran sarışın ve sağlam çocuklardan biri olamamıştı ki? Neden kimseye sevimli gelmiyordu ve başkalarının emrine girmek zorunda kalıyordu?. Biraz hayal gücüyle oğlunun 15-20 yıl sonra nasıl biri olacağını düşünmeye çalıştı. O hep hayatın ezdiği zavallı biri olarak kalacaktı.

"Ah zavallı çocuk!" dedi, Bayan Clara ile konuşan genç ve şık bir hanım.. Oğlana pek acımıştı.

"Haydi Dolfi, gel üstünü değiş!" dedi annesi öfkeyle ve onu hızla eve doğru sürükledi.

"Ah, bu çocuklar, ne kadar zor iş!" diye seslendi öteki hanım anneyi onaylayarak, "Hoşçakalın Bayan Hitler!"

Fenerbahçe'nin Önce

Yemek&Cafe'si!.

Önce Yemek&Cafe Fenerbahçe'de bir yeni dükkan.. Yasemin gitti, yazdı..

***

Bu tanıtım bana ait. Tanıtımı ben yapıyorum çünkü bu yazacağım yerin ortaklarından biri, bizim guruptan Sibel.. Daha önce Dinç beyin asistanıydı. Ayrıldı. Kendine yeni heyecanlar istiyordu. Yeme içme konusunda epey bilgisi vardı. Daha önce Kalkan'da otel işletmişti.

"Kürkçü dükkanına geri döndüm" dedi. Kürkçü dükkanına dönmek bana yabancı değil, Hıncal beyden 3 defa ayrıldım üçünde de geri döndüm.

Üç arkadaş bu yeri açmışlar: Önce, Arzu ve Sibel mükemmel bir uyum içinde kavgasız patırdısız bu işi iyi yapıyorlar.

Bana "Hadi gel eskiler toplanıyoruz, gel yemeklerimize bak" dediler.

Zaten bu günlerde gazete benim tatil yerim gibi oldu. Geldiğim, gittiğim saatler şaştı. Koli yığınları arasında çalışmak felaket.

"Ben yemek yemeğe gidiyorum" dedim Hıncal beye.. Gittim ama ne yazık ki yiyemedim, bana sadece üç küçük dolmacık kalmış. Meğer cuma günleri yaprak dolması günüymüş.. Ben doğru dürüst yemek yiyemedim ama, Sibel benden iyi bir fırça yedi.

Rengarenk masalarla dekor yapmışlar. Sadece tencere yemekleri veriyorlar. Her gün menüyü değiştiriyorlar. Gelenler artık hangi günde hangi yemek olduğunu öğrenmişler. Ahçı mükemmel..

Pazar günleri brunch var. Civardaki işyerlerine de kek, soğuk sandviç, ev yapımı su böreği ve kol böreği servisleri yapıyorlar..

Ufak ufak catering yapmaya da başlamışlar. Kızlarla ne kadar gurur duydum anlatamam.

Fenerbahçe'ye yolunuz düşerse ve tencerede hala yemek kalmışsa..

Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar
Abuzittinciğim,

Hani geçen hafta sıcaktan devlet daireleri 2 gün tatil olduydu.

Kararın nasıl alındığını biliyor musun?

Sağlık Bakanımız o gün Gümüşhane'deymiş.. Telefonla Hüsamettin Özkan'ı aramış "Burada sıcaklık gölgede 42!.. Daha da artacakmış.. En iyisi biz daireleri tatil etsek.."

Özkan:

"Çok parlak bi fikir.. Durumu hemen Başbakanımıza arz edeyim" cevabını vermiş. Başbakan da "Çoktandır böylesine içime sindirebileceğim bi karar alamamıştık. Hemen uygulamaya geçelim" deyince resmi daireler perşembe, cuma tatil oluvermiş.

Demek, memleketi yönetenler, aşağı yukarı, bütün kararları böyle alıyorlar, Abuzittinciğim.

Daha sonra hatırlayacaksın Sayın Bakan Durmuş'u sıcak çarptıydı da abuk subuk hareketleriyle gazetelerde manşete çıktıydı. Geçenlerde de "Hastahanelerde bedava muayene olmak isteyenler Arnavutluğa gitsin. Orada herşey bedava!" demişti... İnsanlar Arnavutluk sefaretinin önünü doldurunca sefir kalp spazmı geçirdiydi. Bilmiyorum hala kuyruklar var mı! Fakat Bakanın Mimar Sinan'ın kafatasıyla ilgili icraatı yaptığı hizmetlerin en büyüklerinden biri olarak hep hatırlanacaktır. Ölümünün 412'nci yılında Kayseri'deki törende Mimar Sinan'ın kafatasının kaybolduğunu öğrenmişti. Bi ihtimal kafatası Ankara'daki Dil ve Tarih Coğrafya fakültesine götürülmüştü. Bakan konuyu inceleme sözü verdi. Ankara'ya döner dönmez de fakülteye gitti:

"Mimar Sinan'ın kafatası burada mı?"

"Burada efendim."

"Getirin bakim!."

Cam bi fanus içinde hemen getirdiler. Bakan baktı baktı:

"Mimar Sinan bu mu... Emin misiniz?."

"Bu efendim. Eminiz!"

"Allah allah, ben görmeyeli epi değişmiş!"

By-passta devrim yapan Türk doktoruna ne dersin Abuzittin'ciğim. Göğüste 3 santimlik bi delik açıp topu topu yarım saatte operasyonu gerçekleştiriyor. Hasta ertesi gün işine gidebiliyormuş... Akşam da isterse eşiyle lokantada yemek yiyebilirmiş. Yemek sonrası neler yapabileceği konusunda net bi bilgi henüz yok.

Dr. Haldun Karagöz ameliyatları nasıl gerçekleştirdiğini internette öteki meslekdaşlarına da anlatıyormuş. Bence işte bu sakıncalı. İşi doğru dürüst anlamadan uygulamaya kalkanlar sorun yaratabilirler. Mesela Trabzon'da mı nerede bu olmuş. İdris hoca hastayı yatırıp delmiş.. Bi santim iki santim üç santim dört santim... Sonra delikten şöyle bi bakmış karşısında bi göz:

"Tüh Allah kahretsin yanlış deldik!"

"Doğru deldiniz hocam" demiş asistanı... "O bakan bendim! Neşter masanın altına düşmüştü de.."

Ebru Gündeş de evleniyormuş kardeşim... Sevgilisi Stelyo Pipis de kızı çok seviyor olmalı ki pipisini kestirmiş. Şimdi yeni bi kartvizit de bastırdığını söylüyorlar:

"Stelyo ....s!."

Münasip yerlerinden öperim Abuzittinciğim.

Kardeşin Güneş

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır