


Atın önüne et, itin önüne ot!
Masallardaki tersliği anlatan tekerleme buraların haline uyar.. Haşhaş başta olmak üzere mariuanasından Hint kenevirine kadar ne kadar akla ve yasaya mugayir ot varsa buralarda serbest.. Vatandaş bayıla bayıla içiyor..
İki gündür televizyon kanallarından İngiliz ahalisinin çıkardığı olaylara bakıp bakıp şaşıyoruz..
Amsterdam'da da İngiliz var ama buraya gelirken belli ki aralarında işbirliği yapmışlar.. Aklı başında olanları Amsterdam'a yollamış, geri kalanına Belçika arazisinde görev vermişler..
Buradakiler çok efendi.. Sadece içip içip dağıtıyorlar..
Dağıtmaları genellikle yanyana gelip, zıplayarak şarkı söylemek şeklinde oluyor.. Bir de yollara işiyorlar ki, buranın yerlisi için yadırganacak şey değil.. Neden derseniz, Hollandalılar da doğaya katkıda bulunma işini her fırsatta dışarıda yapıyorlar..
***
Birbirine bu kadar zıt karakterde iki milletin "sokağa işeme" konusunda benzerlikleri pek açıklanabilecek birşey değil..
Zıtlıktan söz ediyorum çünkü maç arasında fırsat bulup iki günlüğüne Londra'ya kaçtık.. Yola çıkarken de biraz endişeliydik..
İngilizler'le aramıza Leeds maçından dolayı niza girdi ya! Endişemiz oradan.. TC pasaportuna güvenip Londra'ya gidenlere çok ters davranıyorlarmış.. Zulüm daha pasaport kuyruğunda başlıyormuş.. Akıllarına geleni sorup bizimkileri canlarından bezdiriyorlarmış..
Tevatür üzerine tevatür.. Ancak duyup da inanmamak, inanmasan bile tedirgin olmamak elde değil..
Herşeyleri ters..
Bize içeri girerken çıkarken ters davranmadılar.. Herşey normaldi.. Aşırı normal davranmalarına bakıp "Bunlar bizimle barışmak istiyor.." sonucunu bile çıkardık..
Bir de ters millet olduklarından "inadına" böyle davranmış olabilecekleri ihtimali aklımıza geldi..
İngilizler denince tersliklerinden bilinirler.. Herkes trafiği sağdan işletir, bunlar soldan.. Sen kilo ölçüsü kullanırsın, bunlar poundla alıp tartarlar.. Sen bir metre kumaş istersin, bunlar inç hesabı keserler..
Mesela evleri var ki asırlardır aynı.. Katiyen kat çıkma müsaadesi vermezler.. Diğer taraftan otobüslere kat çıkma izni verirler.. O sebepten Londra otobüslerinin çoğu iki katlıdır..
Londra'ya indiğimiz akşam bir baş ağrısına tutuldum ki bildiğiniz gibi değil.. Başımız sanki bize ait değil, İngiltere ziyaretimizi protesto ediyor.. Bir lokantadayız.. Garsondan aspirin istedim veremedi.. Yasakmış.. Doktor reçetesi olmadan kimse kimseye aspirin veremezmiş..
Ulan sanki aspirin değil de eroin istedik..
Gözünü sevdiğim Amsterdam'ı.. Söylemesi ayıptır, şehri kerhaneye çevirmişler.. Az gelmiş, bir de eşcinsellerin Avrupa başkenti ilan etmişler.. O da yetmemiş..
Bu kez tutup, isteyene uyuşturucu kahvesi açma hakkı tanımışlar.. İngiliz aspirine uyuşturucu muamelesi yaparken, Hollandalı ruhsatlı mekanlarda uyuşturucuya müşteri arıyor.. Bu da terslik değilse ne yani!
***
Şaka etmiyorum.. Şehrin ne kadar popüler caddesi, meydanı köprüsü varsa, orada birkaç tane uyuşturucu kıraathnanesi var.. Müşterisi içeri giriyor, temsil esrar istiyor..
Ocakçıya "Usta, buraya iki demli çay yolla.." der gibi..
Veriyorlar eline esrarı.. Çıkıyor kapı önüne, dışarıya atılmış masalardan birine kurulup başlıyor cigaralık sarmaya.. Gelen geçen bakıyormuş, umuru değil.. Üç metre ileride de polis var..
Onun görevi de uyuşturucunun kahve hudutları dahilinde içilmesini sağlamak.. Cigaralığı elinize alıp sokakta tüttüremezsiniz.. Ancak bu hizmeti veren kafenin önündeki masalara oturup istediğin kadar duman çıkarabilirsin..
Polis ancak içinden "İç, iç de başını ye" türünden temenniler geçirebilir.. Alıp seni götüremez..
Viagra'nın yeri başka
Bu tür kafeleri, dış duvarlarındaki süslemelerden tanımak mümkün.. Binanın dış duvarlarını, camekan altına gelen yerleri rengarenk boyuyorlar.. En itibar ettikleri desen de çiçek.. Belli ki çiçeğe düşkünlük, Hipi kültüründen kalma bir refleks..
Kanunların esrarı, mariuanayı serbest bırakması Amsterdam'ın zencilerine cesaret vermiş olmalı ki kimisi de kendini sokağa vurmuş, uyuşturucu işini "tombalacı düzeninde" yapıyor..
Eline bir torba alıp köprülerden birini tutuyor.. Zaten burada köprüden bol birşey yok.. Amsterdam'ın yarısı Venedik gibi sular altında olduğundan kanalların üzerinde her yüz metrede bir köprüler var..
Buranın belediyesi akıl edip, sadece köprüden geçenlerden para alsa köşeyi döner.. Neyse, lafı karıştırmayalım.. Zenci torbacının köprü başını tutmasının sebebi polis geldiğinde elindeki malı kanala atmak..
O kadar torbacı gördüm, işine karışan tek bir polise rastlamadım.. Onlar da kendilerini özgür hissettiklerinden seyyar satıcı esnafı gibi bağırarak mal satıyorlar.. Gelip geçen turistlere;
- "Kokain var.. Hap var.. Bilmem ne var.." diye sesleniyorlar..
***
Önümde yürüyen bir Türk grup vardı.. Üç erkek, üç kadın.. Türk olduklarını kadınların suratındaki mutsuz ifadeden anladım.. Oradan da erkeklerin eşleri ile gezdiği fikrine vardım..
Tecrübemle biliyorum, bizim Türkiyeli kadınlar tatil için Avrupa'nın neresine giderlerse gitsinler, mutsuzdurlar.. Asla memnun olmazlar.. Kafelerde, otel lobilerinde surat asıp otururlar..
Geziyi kendilerine de kocalarına da zehir ederler.. Müze gezsinler, tarihi anıtlara baksınlar, yok öyle şey.. Sadece marka giyinen bir Avrupalı kadın önlerinden geçerse, dönüp kıyafetine bakarlar..
İşte önümden yürüyenler tam böyle bir gruptu.. Kadınlar önde, erkekler iki üç metre arkada geziniyorlar.. Ben de aylak aylak arkalarından seyirtiyorum.. Köprü başını tutmuş olan zenci bizim erkeklere seslendi..
- "Bilmem ne hapı var.."
Bizimkiler tınmadı.. Zenci oğlan bu kez "Kokain.. Kokain.." diye seslendi, bizimkiler yine tınmadı.. Oğlan son kozunu kullanıp "Viagara hapı var.. Viagra" diye bağırdı..
Üç erkek de aynı anda satıcıya döndüler..
Kıssadan hisse: Elinde başa sürülecek katranın olsun, keli taaa Bağdat'tan gelir..