|
Memleket festival gördü
Üç gün üç gece süren Ömerli H2000 Müzik Festivali, Türk gencine açık hava festivali nasıl olur, nasıl eğlenilir, doğayla ve müzikle iç içe neler yapılır; öğretti
Yaz ayları geldi mi, 'içine' girmeye çalıştığımız Avrupa'nın mutena memleketlerinde bir festival heyecanıdır başlar. Açık havada, bol bira tüketilen, popüler müzik gruplarının binlerce gence son çalışmalarını tanıtmak için sıraya girdiği bu yaz festivalleri, Avrupa'da pek çamurlu geçer. Ama çadırlarını kapıp gelmiş Avrupa gençliği eğlenceye devam eder.
İşte o festivallerin ilkini Türk insanı da idrak etmiş bulunuyor, hem de Haziran güneşinin, İstanbul'u o haftaya mahsus terk etmeye karar vermesiyle, son derece 'Avrupai' bir festivali geride bıraktık, içimiz rahat... Ömerli'de üç gün boyunca, Türk genci müzik dinledi, çadırda sabahladı, bungee ve sair aktivitede bulundu, içti, sahneye nazır uyku tulumlarında sevgilisiyle keyif yaptı, ıslandı, dans etti, koştu oynadı.
AMMA DELİ VARMIŞ..
Biz festivalin ikinci günü, Cumartesi yollara düştük. Kara bulutlar İstanbul'u öyle bir ablukaya almıştı ki, yol boyunca "Bu yağmurda açık alanda konser mi olur, olsa bile hangi cesur Türk genci taa Ömerli'ye gider?" diye atıp tuttuk. Hattâ yaptığımız şeyin çılgınlık olduğu konusunda hemfikir, hâlâ genç olduğumuzdan emindik.
Gelin görün ki, Ömerli'ye vardığımızda kazın ayağının öyle olmadığını öğrendik. Yağmur altında arabamıza yer bulmaya çalışırken ilk şoku yaşadık: Gençler kurumak ya da ısınmak için değil, basbayağı getirdikleri kumanyaları, kıyafetleri filan almaya gelmiş, bu arada hızlarını alamayıp teyplerinin sesini sonuna kadar açmışlardı. Bazılarının üzerinde de şort vardı...
GENÇLİK NE ALEMDE
Haliyle heyecanlandık. Festival alanına yüzlerce çadırın arasından geçerek, ottan, samandan -ve çamurdan- patikadan ulaştık. Bir baktık, önümüzde uzanan açık arazide yok yok hakikaten: Tişört satanlar, piercing, tattoo yapanlar (yani göbek deldirenler ve kol dövdürenler), yiyecek içecek 'lojistik' merkezi, sigara stand'ları -hattâ çadırları ve reklam filmi izletilen minik kulübeleri-, ilk yardım hastanesi...
Ana sahneyi hedeflemişken, DJ'lerin marifetlerini döktürdüğü dans çadırlarının yanından geçtik. Gözümüz yukarı takıldı. Evet, bungee, bu tür festivallerin standart eğlencesi, fakat o ne? Yeni bir sporla daha haşır neşir Türk genci; bungee kulesinin yanından havalanan içi ağla kaplı bir başka 'kütle'ye, tepeye çıkarılan insanlar çuval gibi atılmakta! Poff diye koca ağa 'takılan' -ve bir de üstüne para veren- güruh, 'free fall-scad dive' denen aktiviteyle tanışırken, bizim tek yaptığımız çıkardıkları tozu yutmak oluyor tabii.
Karton bardakta biralarımızı alıp, festivalin flaş gruplarından Republica'nın çağrısına uyuyor, sahne önündeki yerimizi alıyoruz. Herkes öyle yapıyor. Bir yerlerden sökün eden gençler sahneye koşuyor. 'Baby I'm Ready To Go!..' Sahne yanına iki dev ekran kurulmuş, arka planda, içki de satılan Camel çadırında oturursanız hattâ -medeniyet anlamına geliyor- ekranlardan sahneyi takip edebiliyorsunuz. Bu fasiliteyi hemen değerlendiriyoruz. Ve pencereden bakan kediler gibi 'dışarıdakileri' seyre dalınca, ister istemez düşünüyoruz: İyi ki yağmur yağıyor. Yoksa bu kadar eğlence çıkmazdı.
DUŞ ALTINDA BUSH
Halinden şikayetçi olan yok, bol 'sulu' H2000, eğlence kokuyor çünkü. Ömerli belediyesi tam gaz çalışıyor, organizasyon teklemiyor, gruplar zamanında çıkıyor, müzik hiç susmuyor. Bir ara ellerinde çekirdek, alanı gezen başörtülü hatunlara gözümüz kayıyor...
Festivalin baş grubu Bush'un sahne vakti gelince, Tanrılar Türk gencini sınamak istiyor: Yağmur sağanak halini alıyor. Artık ayıp oluyor diyoruz ve biz de Bush'un huzuruna çıkıyoruz. Grup da çok eğleniyor, solist Gavin Rossdale, bir ara "Niye daha önce Türkiye'ye gelmedik?" diye arkadaşlarına soruyor ve "Yağmuru boşverin" diyor. Zaten çaresiziz. Çamurun içinde zıplıyoruz.
Grup bis yapıp gittiğinde anlıyoruz ne kadar ıslandığımızı. Biz sırılsıklam arabaya yollanırken -ve saat 2.00 iken- Türk gençliği pes etmiyor. Sabaha kadar eğleniyor. Bizse şehre dönmeye üşenip, daha yakın diye Şile'ye gidiyor, pansiyonda gecelemeyi tercih ediyoruz. Pansiyoncu üstümüzü başımızı görünce soruyor: "Siz o çadırlardan mı geliyorsunuz? N'aptınız orada abla?"
Ayşe Deniz POYRAZ
|
Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|