Diktatörlükler ile rüşvete bulaşmış demokrasilerin kaderi bir çok bakımdan birbirine benziyor.
İktidarlar değişse de hayat kolay değişmiyor buralarda.
Hafız Esad öldü, Apo'yu besleyerek bize verdiği acıların hesabını nasıl verecek? Yine de Allah günahlarını affetsin.. Esad gitmeden oğlunu hazırlamıştı. Şimdi hem Suriye halkı, hem komşuları 34 yaşındaki Beşşar Esad'da var olduğunu ümit ettikleri erdemlerin hayalini kuruyorlar.
Diktatörlükler kolay değişmez. Kim bilir kendileri daha ne kadar çekecek, komşularına ne kadar çektirecekler?
Ankara Sanayi Odası'nın devlet-özel sektör ilişkileri konusunda yaptığı bir anket, Türkiye'nin yolsuzluklar ve rüşvetle örülmüş kaderinin, iktidarlar değişse de değişmediğini ortaya koydu.
Çıkan tabloyu yorumlayan ASO Başkanı Zafer Çağlayan "Türkiye ikmale kaldı. Kral çıplaktır. Devletin her kurumu lime limedir" dedi.
Yazık ki haklıdır..
Yeni uyanışlara..
İşadamlarının yüzde 68'i, devletin taraf olduğu ilişkilerde iş yaptırabilmek için kural dışı ödemenin, yani rüşvetin "doğal" olduğunu söylüyor.
Peki rüşveti ödemek yolunuzu tamamiyle açıyor mu? Hayır, o da garanti değil.
İşadamlarının yüzde 36'sı, rüşveti ödedikleri halde ileri bir aşamada başka bir yetkilinin çıkıp yeniden rüşvet istediğini itiraf ediyor.
Anket, can ve mal güvenliği ile adalete güven duygusu kalitelerinde de övünç verici bir durumda olmadığımızı gösteriyor.
Türkiye elbette Suriye kadar umutsuz durumda değil. Hür basın, gelişen sivil toplum, serbest seçim, değişim ve ilerleme dinamiklerimizdir. İşte Türkiye'ye, enflasyonla mücadelenin pahalı bedellerini ödemeye razı bir hükümet gelebildi.
Yarın, temiz toplum ve temiz siyaset iklimi yaratılmadıkça enflasyonla mücadelede kazanılan başarıların kalıcı olmayacağı gerçeğini kavrayan bir uyanış da gelecektir.
İtalyanların efsanevi Temiz Eller Savcısı Di Pietro şöyle diyor:
"Yolsuzluk, usulsüz vergilendirmedir. Önce ekonomik alanda başlar, sonra vatandaşın üstüne biner. İtalya'da kamu açıklarının yüzde 9'una yolsuzluklar sebep olmuştur.."
Yaşamak ama nasıl?
Türkiye'de bir sürü parti var. Bunları sağ-sol diye ayırmak adet olmuş ama gerçekçi gruplaşma şöyledir:
Yasa ve meşruluktan yana olanlar bir yanda, kanunsuzluk ve dokunulmazlıktan yana olanlar karşı tarafta..
Savcı Di Pietro, anahtarı gösteriyor:
"Gençler, basın ve vatandaş işbirliği ile gerçekleştirilen bilinçlenme rönesansı sayesinde parlamento üyelerine yargı yolunu açtık.."
Biz bu kapıyı bir kaç kez zorladık fakat püskürtüldük.
Anayasa'nın dokunulmazlıklarla ilgili maddelerini değiştirmeye partileri razı edebilmek için yılmadan savaşmak hepimizin görevidir.
Dünkü SABAH'ta gördünüz:
Hayali ihracatçıdan rüşvet yiyen Vali utanmadan yaşayacak, üniversite okuyan iki çocuğuna yetişememenin çaresizliğinden utanan Vali Muavini intihara teşebbüs edecek..
Fazilet, yaşamak ve yaşamı adamaktır.
Yılmak ve ölmek için var olduğunu sandığımız sebepler, savaşmak için yaşamaya bizi daha çok mecbur etmiyor mu?