Güle, güle can dost
Bakışlarından zeka ve espri taşardı. Sanki çizgilerindeki hınzır mizahı yüzünde taşır gibiydi. Gerçek bir aydın, gerçek bir İstanbul beyefendisi, gerçek bir mizah ustasıydı. Ferruh Doğan'la filmlerde, oyunlarda, konserlerde karşılaşırdık. Sanatı tüm alanlarıyla izlemeye çalışırdı. Ama sinemaya özel bir sevgisi vardı. Karikatürden yola çıkarak kısa canlandırma sineması örnekleri yapmıştı ve bu alanın Türkiye'deki öncülerinden biriydi. Taa Kulis günlerinden başlayan dostluğumuz hep sürdü. Boğazından ameliyat olup sesini kaybettiğinde bile konuşma çabasından vazgeçmedi. Hayata dört elle sarılmıştı, gerçek kültür insanlarında hep olduğu gibi kolay kolay teslim olmamıştı.
Ama sonunda o 'menhus hastalık' onu yendi. İlerlediğini duyuyor, biliyorduk. Aylardır... Ama bizde adettir: Sona yaklaşanlar yaralı bir arslan gibi ortadan çekilirler, bizler de onları son demlerinde özellikle görüp konuşmayı savsaklarız.
Ferruh için de öyle oldu. Gerçi cenazesinde İstanbul'un tüm aydın kadrosu tam takım hazırdı. Ama bu, onu son dönemlerinde sorup aramamamızın suçunu bağışlatır mı, bilmiyorum. Buna eşi sevgili Uğur hanım, Fida Film'i birlikte kurdukları kardeşi Işık ve iki çocuğu karar verecekler ve umarım ilgisizliğimizi bağışlayacaklar.
Olayın kahramanı aradı
Geçen yazımda söz ettiğim, Ulus Musevi Mezarlığı'ındaki olayın kahramanı bana faks yollamış. "O gün vefat eden ve saat 14.00 sularında cenazesi kaldırılan benim annemdi" diyor. Cenaze için yol kenarında duran arabalara ceza kesen memura arkadaşları "Orda eğlence için değil, son vazife için bulunduklarını" anlatmaya çalışmış. Memur şöyle demiş: "Kime şikayet edersen et, arkamızda Tantan var."
Polis memurlarının dürüst ve çalışkan bakanlarına güvenmesi güzel şey. Sadettin Tantan'ı ve yaptıklarını hepimiz takdir ediyoruz. Ama buna dayanıp bence haksız bir uygulamayı savunmak doğru mu?
Okurum şöyle diyor, "Tek temennim, o memurun bir yakınının cenazesinde de birilerinin çıkıp düzensiz park etmiş arabalara ceza kesmesi. Belki o zaman bizim hissettiklerimizi daha iyi anlar."
Ve bu Yahudi okurum, benden adının yazılmamasını özellikle rica ediyor. Ben de yazmıyorum. Ama farklı dinden vatandaşlarımıza ülke olarak, toplum olarak ne kadar güven ve güvence duygusu verebildiğimizin acı bir kanıtı değil mi bu?
Bir lezzet şöleni
Aslında bugün tümüyle bu güzel olayı yazacaktım. Ama hayat durmuyor. Yine de bu köşeyi tatlı biçimde kapatalım diyorum. Geçen hafta Beşiktaş Conrad Oteli Halkla İlişkiler Müdürü Ayferi Ertek ve Style Turizm Organizasyon sorumlusu Şirin Bebe Schade'nin davetlisi olarak otelin Monet Brasserie'sinde nefis bir öğle yemeği yedim. 5-10 Haziran arası otele gelip mutfağı yöneten 48 yaşındaki Fransız şef Bernard Guilhaudin'le tanışıp söyleştim ve onun hazırladığı mönüyü birlikte yedik. İki çok yetenekli hanımımız bana büyük otel mutfağı denen gizemli alan üzerine bilgi verdiler. Ayferi hanım büyük otellerin şef davet etmelerinin asla kazanca yönelik olmayıp bir prestij olayı olduğunu ve otelin genel kalitesinin yükselmesi amacına dönük olduğunu söyledi. Şef Guildaudin ise ilk kez geldiği İstanbul'u anlattı. Tüm malzemelerini bizzat Beşiktaş pazarından ve Boğaz kıyısındaki balıkçılardan seçmiş. Bizdeki ürünlerin çeşit açısından Fransa kadar zengin olmadığını, ama çok kaliteli olduğunu söylüyor. Ve böylece, bir beyaz Chablis eşliğinde nefis şeyler tattık: İncecik bir krep hamuruyla kızarmış karidesler, "Bouillabaisse" sosuyla hazırlanmış midyeler, hangi balık olduğunu anlayamadığımız kılçıklarından sıyrılarak pişirilmiş nefis bir soslu kalkan... Ağızda eriyen bir bonfile parçası. Ve de leziz bir çilekli-dondurmalı tatlı... Fransa'nın ünlü Cordon Bleu yemek akademisinden bröveli 40 aşçıdan biri olan, efsanevi Alan Chepel'in yanında yetişmiş şef Bernard'ı tanımak gerçek bir zevkti. O gitti, ama merak etmeyin, yemekleri duruyor. Çünkü hazırladığı mönü, Monet Brasserie'de daha bir süre gourmet'lere hizmet verecek. Ayrıca burda bir avuç genç aşçıya da mutfak gizlerinin en azından bir kısmını öğretmiş. İşte ünlü şeflerin gelmesinin bir diğer ve belki de temel yararı: Bildiklerini burda da öğretiyorlar ve böylece İstanbul'un seçkin bir lezzet başkenti olmasına katkıda bulunuyorlar...
|