


Kulağınızın kıymetini bilin..
"Yerin kulağı var.." lafı birden aklıma geldi de o münasebetle yazıyorum, yoksa benim konum ile pek yakından bir ilgisi yok.. Benim altını çizmek istediğim, yerdeki kulağın dahi bizde olmadığı.. Bunu keşfettik..
İstanbul'un gürültülü şehir olduğunu söyleyenlere düne kadar gülüp geçiyordum.. Tövbe billah bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyordu..
Aslında o lafların "kulağıma girdiği" tevatür.. Bizim kulağın kulaklıktan çıktığını bilmediğimden, öyle varsayıyordum..
Kulağımla ilgili ilk uyarıyı apartman komşularından birinden aldım.. Adamcağız gecenin bir vakti (benim için akşamüstü sayılır) kapıma dayandı, yalvaran gözlerle bakıp;
- "Selahattin Bey, televizyonun sesini biraz kısabilir misiniz? Yarın işe gideceğim de.." dedi..
Hayret! O saate kadar televizyonun sesi bana kısık geliyordu..
***
İkinci uyarı Zafer Mutlu'dan bir değil, birkaç defa geldi.. Normal olarak bir maçtan söz ediyoruz, diyelim.. Ben hakemin cinsel tercihini tartışmaya açarken kendimi lafa kaptırıyorum.. O her seferinde aynı tepkiyi veriyor:
- "Anladık bağırma!"
İyi de bağıran kim? Su kez sinirlenip olayı kendimize çeviriyorum, başlıyoruz kendi tercihlerimiz üzerine atıp tutmaya..
Bağıran kim arkadaş?
Son olarak kızımı ve yeğenimi yemeğe götürdüm.. Bir ocakbaşına girdik, birşeyler söyledik.. O arada karşılıklı laflıyoruz.. Daha doğrusu onlar laflıyor, ben dudak hareketlerini söktürmeye çalışıyorum..
- "Kızım biraz bağırsana.." dedim.. "Duyamıyorum.."
Ocakbaşında kim varsa başını bizim masaya çevirdi.. Kızım "Baba niye bağırıyorsun?" diyerek tepki gösterdi.. Sakin sakin "Bağırmıyorum.. Konuşmaya çalışıyorum.." dedim ama ağzımdan çıkan lafların nara kıvamında olduğundan haberim yok..
Lokantanın patronun başımıza dikildi.. "Bir arzunuz mu var.." dedi.. Sonradan anlıyorum ki adamcağız masada aile kavgası çıktı sandığından "çevik kuvvet" hizmeti vermeye çalışıyor..
O gece iki laf edemedik.. Aslında onlar etti.. Ben de "Haaa! Hııı!" diye diye lafa yetişmeye çalıştım.. O saat karar verdim ki bizim kulaklar, ailenin büyüklerinden Ahmet Dede'nin kulağına dönmüş..
***
Ahmet dedemiz, kızımın anne tarafından büyük dedesi.. Ben evlendiğimde seksenli yaşlarındaydı.. Kızım büyüdü, ne zaman yaş lafı açılsa "Seksen.." derdi..
Oysa özel sohbetlerden anlıyorum ki Sultan Reşat, 1900'lü yıların başında veliaht olarak Selanik'i ziyaret ettiğinde; bizim Ahmet Dede, on veya oniki yaşlarındaymış..
Büyük babane ölünce de kendi arzusu ile bir huzurevine gitmek istedi.. Mallarını sattı, çocuklarına ihtiyacı kadarını dağıtıp, gerisini huzurevine bağışladı.. O yıllarda hesabıma göre 94 yaşındaydı..
Huzurevi yönetimi, olaya çoktan razı, çok çok birkaç yıl misafir edecekler adamcağızı..
Lakin benim bildiğimi onlar bilmiyor tabii.. Ben aileye yeni girdiğimde bu Ahmet Dede'nin annesi mi yoksa kayınvalidesi mi hatırlamıyorum, bir Mayka vardı..
O vefat etti.. Bütün aile arkasından "Gitti gencecik kadın.." diye gözyaşı döktü.. Mayka öldüğünde 110 yaşındaydı.. Hanım tarafı için 80'li yaşların, orta yaş olduğunu anlayıp, kendimden umudu kesmem o tarihlere rastlar..
Her neyse! Huzurevi yöneticilerinin, bizim Ahmet Dede için hesap yapmanın ne büyük hata olduğunu anlaması daha sonraki tarihlere denk gelir..
Çünkü Ahmet Dede, kendisi için "yaptığı yüklü bağışın hatırına" özel olarak tefriş edilen odaya yerleştiği andan itibaren huzurevinde "huzur" diye birşey kalmadı..
"Ajansı dinleyelim.."
Sebep, dedemizin huysuz veya geçimsiz bir insan olması değil.. Tam tersine görmüş geçirmiş bir adam olarak inanılmaz iyi biriydi.. Ancak saat başı haber dinleme; eskilerin deyimi ile "ajans dinleme" merakı vardı..
İttihatçıları görmüş ki kendisi de İttihatçıydı; Talat Paşa ile komşuluk yapmış, tek parti döneminde ebedi ve milli şeflerin hatt-ı hareketini radyodan takip etmiş biri olarak ajans dinlememesi söz konusu olamaz zaten..
Ne var ki kulakları ajans dinleme işinden çoktan emekli olmuş, ancak ramazan topu yirmi metre kadar yakınında patladığında tepki veriyor.. Ahmet Dede ise bunu asla kabul etmiyor..
Kulaklık kullanmaması o yüzdendi.. Kulaklarına güvendiğinden bir de transistörlü radyosunun hoparlörüne itimadı çok olduğundan aleti sonuna kadar açıyordu..
Tabii memlekette olan bitenleri huzurevinde kalan kim varsa onlara duyurmacasına..
Huzurevinin yönetimi de diğer sakinleri de bizim dede ile başedemediler.. Dede son gününün son saatine kadar ajans haberlerini dinlemeye çalıştı.. Son gününe kadar bana (Gazetede çalıştığımızdan) "Ne olacak bu memleketin hali?" diye sormaya devam etti..
Bir kez bile "Benim kulakların hali ne olacak.." dediğini duymadım..
Ahmet Dede vefat ettiğinde yüz yaşına yakındı.. Kulaklarını, o tarihten yirmi sene önce kaybettiğini hiç bilemedi..
Cenazesine katılan huzurevi sakinlerinin yüzlerindeki huzurlu ifadeyi de göremedi.. Evet, oda arkadaşları için ebedi sessizliği yakalamanın huzuruydu bu.. Bilmiyorum, belki de bana öyle geldi..
***
Kendi kulaklarım ile Ahmet Dede'nin kulakları arasındaki benzerliği yakalamam son iki yılımın işidir.. İkna olmam ise son iki üç haftanın.. Gerçi kulaklarımızı kellenin iki tarafında taşıyoruz ama derdinden haberimiz yok..
"Başın derdini yastık ne bilsin.." hesabı, bizimkiler de sadece gözlük takmaya (güneş gözlüğü dahil) yarıyor..
Kendimi "artık duymadığıma" ikna ettikten sonra yapılacak tek bir şey kaldı.. Bir doktora gitmek.. Ben de onu yaptım..
YARIN: Kulak açma operasyonu..