kapat

10.06.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Laikliğe doğru önemli bir adım...

Bazen manşetlik haberler "kim vurduya" gidiyor. Önceki Cuma günü Resmi Gazete'de yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararı da bence böyle bir haberdi. Televizyon ve gazete haberlerinin ilk sırasını alması gerekirken, gazetelerin arka sayfalarında kayboluverdi. Görebildiğim kadarıyla önemine de Taha Akyol dışında hiç kimse dikkat çekmedi.

Halbuki, Anayasa Mahkemesi'nin Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin "kapatılmasını" reddeden gerekçesi, Türkiye'nin "gerçek laikliğe" doğru çok önemli bir adım atmasına olanak veriyordu.

Çünkü, laik bir devlette varolması gereken Diyanet İşleri'nin "devlet kurumu olmaktan çıkarılmasını" isteyen her parti, bundan önce Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesi gereği kapatılırken, bu kez Anayasa Mahkemesi kapatma talebini reddediyordu. Üstelik, bu kararına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kaynak göstererek, barışçıl bir şekilde "düşünce belirtmenin" cezalandırılamayacağını karar altına alıyordu.

Böylece, gerçek bir laiklik için "Diyanet İşleri'nin kapatılmasını" istemek de siyasal partiler için doğal bir hak haline geliyordu.

"Din ile devlet ve yönetim işlerinin birbirinden ayrılması" anlamına gelen laiklik, "genel idare içinde" yeralan Diyanet İşleri nedeniyle Türkiye'de özünden kopartılmış bulunuyor. Bugünkü rejim, "din devletinin" önüne geçerken, "devlet dini" yaratmayı uygun görmüş ve bu eski yaklaşım da bugüne kadar devam etmiş.

Atma Bre Hasan
"Laik Cumhuriyet" avazelerine rağmen, biz "laik bir devlete" sahip değiliz. Çünkü "devlet dini" var ve bu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yönlendiriliyor.

Ana Biritannica, bu gerçeği şöyle tespit ediyor:

"Türkiye'de laiklik klasik Batı modelinden ayrılan önemli bir özellik göstererek devlet dışında özerk bir din örgütlenmesine izin vermedi. Cumhuriyet yönetimi din ve devlet ayrımını benimsemekle birlikte din işlerinin yürütülmesini kendi denetimi altında tuttu."

1982 askeri darbesinin ürünü olan Sİyasi Partiler Yasası da Diyanet İşleri Kurumu'nun "laiklik" anlayışına aykırı olduğunu ileri süren her partinin kapatılmasını "uygun" buldu. Evrensel standarttaki bir laiklik anlayışının önü böylece kesilmiş oldu. Toplum olarak, yeryüzünün her çağdaş ülkesinde "aynı şekilde anlaşılan" klasik kavramların içini oymakta çok maharetliyiz. Özellikle Ankara bu işi dahiyane ölçülerde yapıyor. Tarihsel süreçlerde oluşan kavramları dışardan alıp onları içeriğinden boşalttıktan sonra o boşluğu çarpıtılmış bir anlayışla dolduruyor. Laiklik de böylesine kurban verilmiş bir kavram.

Teokratik devlet
Neyse ki, arada sırada Sami Selçuk gibi yeryüzü kalibresinde bir iki insan çıkıyor da, bu akıl almaz garipliklerin altını çiziyor, noktaları yerli yerine koyuyor.

Yargıtay Başkanı, adli yılı açarken yaptığı tarihsel konuşmasında Türkiye'deki "laiklik" uygulamasına teşhisi şöyle koyuyordu:

"Türkiye Cumhuriyeti, egemenlik kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir."

İktidar görünürde halkın seçimine dayandığı için "egemenlik ulusun" görünmekte. Tanrısal bir irade söz konusu değil iktidarın belirlenmesinde. Bu açıdan laik sayılıyoruz.

Ancak devlet örgütlenmesi açısından "teokratik" yapılanma var. Sami Selçuk bunu şöyle açıklıyor:

"Türkiye Cumhuriyeti'nde Halifelik kaldırılmıştır. Şeri'ye ve Evkaf Vekaleti ise görünüşte kaldırılmış, aslında Diyanet İşleri Başkanlığı adıyla bir bakana bağlanarak devlet örgütü içine alınmıştır. Örgütün dini İslam, mezhebi Sünni'dir. Devlet, bu din ve mezhebin okullarını açmıştır. Örgüt ve okulların finansmanı devlete aittir. Resmi okullarda din dersi okutulması zorunludur.

....din ve mezhebin okullarını açan, finansmanını sağlayan bir devletin dini ve mezhebi vardır; bir dini ve mezhebi kayırmış, örtülü olarak benimsemiştir. Böyle bir devlet teokratiktir."

Dini denetlediği için de, laik değil, laikçidir. Türkiye'de 110 bin imam, gayrimüslüm, Alevi ve tanrıtanımaz yurttaşlara hiç bir hizmet sunmadan, onların verdiği vergilerden maaş almakta. Geçenlerde Finansal Forum Gazetesi'nde Eser Karakaş'ın da altını çizdiği gibi "Türkiye'de mezhepler arasında bir denge ve diyalog kurmaktan uzak" olan Diyanet İşleri, "dinlerarası diyalog" sempozyumu düzenlemekte.

Halbuki, gerçekten laik olan ülkelerde Diyanet İşleri gibi bir kuruma yer yok. Orada devlet "halkına" güveniyor ve "dini örgütlenmeyi" halkına bırakıyor. Bizde ise, halka güvenilmediği ve "başıboş" bırakırsan ya komünist olur ya bölücü ya da şeriatçı diye düşünüldüğünden ve bu korkuyu bilinçli olarak sömürüp kendine ikbal yolları açanlar çok olduğundan bu komedi devam edip gidiyor. Bugüne kadar, hiç bir parti Diyanet İşleri konusunda farklı bir görüş ileri süremiyor, "gerçek bir laiklik" talep edemiyordu. Çünkü ettiği an Yargıtay Başsavcısı harekete geçiyor, böyle bir talebi yasaklayan Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesi gereği partiyi Anayasa Mahkemesi'ne kapattırıyordu.

Laiklikten korkmak
İlk kez bu uygulama tersine döndü. Anayasa Mahkemesi, Demokratik Barış Hareketi Partisi'ni kapatmayı reddetti. Şiddete başvurmayan, sadece Ankara'nın empoze ettiklerine itiraz eden bir partinin kapatılmayacağını karara bağladı.

Bu çok sevindirici gelişme keşke tüm Anayasa Mahkemesi üyelerinin oybirliği ile sağlanmış olsaydı. Anayasa Mahkemesi, düşünce özgürlüğüne ve Avrupa İnsan Hakları Anlaşması'na fire vermeden sahip çıksaydı. Ne ki, bu gelişme bile Türkiye'nin özgürleşmesini ve "laikleşmesini" sağlamaya yardımcı olacak. Evrensel standartlarda bir laikliği savunan, idari anlamda "devlet dinini" dayatan teokratik bir uygulamadan rahatsız olan siyasal kurumlar bu görüşlerini açıklama imkânı bulacak.

Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesinin kadük hale getirilmesi bu yolu açıyor. Bundan böyle herhangi bir parti Anayasa'nın Diyanet İşleri'nin konumunu belirleyen 136. maddesini iptal edeceğini söyleyerek siyaset yapabilecek.

Bu manşetlik bir haberdi. Ama "laik" olmadan, o kadar çok "laiklik" sömürüsü yapıldı ki, üstelik bu kavram demokrasiye karşı kılıç olarak öyle çok kullanıldı ki, galiba bu yüzden bu gelişme gözden kaçar gibi oldu.

Gerçek laikliğin yolu şimdi açılmakta. Her şey gibi laiklik de halka güvenmeden gerçekleşmiyor. Bu ülkede halkına güvenen yargıçlar olduğunu görmek bile başlı başına bir sevinç nedeni.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır