


Levent Kırca yine inanılmazı yapmış
15 gün kadar önce bu köşede Levent Kırca ile yaptığım bir sohbeti okumuştunuz. Kırca dünya klasiklerinden Victor Hugo'nun Sefiller'ini sahneleyecekti. O sohbette oyunla ilgili pekçok ayrıntı vardı, ama insan gözüyle görmeyince hem anlamıyor hem de inanamıyor.
Önceki akşam Levent Kırca davet etti, oyunun açılışından önceki son kostümlü büyük provayı izledik.
Açıkçası gözlerime inanamadım. Levent Kırca Tiyatrosu'nun dev çadırının neredeyse her tarafı sahne dekoru haline getirilmiş. Üstelik bütün dekorlar hareketli. 250 oyuncu 2.5 saatlik oyunun hemen her dakikasında sahnenin bir köşesinden çıkıyorlar.
Levent Kırca Sefiller'i "bir sinema filmi" gibi sahnelemiş. Oyunu kare kare izleyebiliyorsunuz. Bir taraf kararırken oyun diğer taraftan devam ediyor, hiç kesinti olmuyor. Sadece bir o yana bir bu yana dönerken "birşey kaçırdım mı?" telaşına düşüyorsunuz. Müzik ve danslar gerçekten çok güzel. Hele o gencecik oyuncular, hepsi geleceğin yıldızları gibi parlıyor.
Sefiller'i mutlaka gidip görün. Tek uyarım; izleyeceğiniz oyun, Levent Kırca ve arkadaşlarından alıştığınız türde "mizah unsurları fazla" bir oyun değil, ama zamanın nasıl geçtiğini anlamanız da mümkün değil.
NOT: Dün ne yazık ki Levent Kırca ile Oya Başar'ın resmen boşandığı haberi geldi. İki açıdan kötü, birincisi evlilikleri çok hoştu, insana keyif veriyordu, ikincisi Türk halkını bu ikiliden mahrum etmeye hakları yoktu.
Peki bunun doğru söylediği nereden belli
Adına "Umut Operasyonu" dediler ama, umutsuzluk daha baskın çıktı. Günlerce gazete manşetlerinden inmedi Uğur Mumcu'nun katilleri. Başbakan Ecevit bile "Bu sefer tamam" dedi, her zamanki temkinli tutumunu bir kenara bırakıp.
Ama şimdi ne oldu? Tantan'ın deyimiyle "Ankara'da bombalar patladı." Patladı da, tersine patladı.
Uğur Mumcu'yu nasıl öldürdüklerini bir de tatbikatta anlatan Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik, meğer polisi şaşırtmak için böyle yapmışlar.
İşin tuhafı, bu şaşırtma oyunu içinde başkasını koruma gayesi de yok. Yani sanki öylesine sırf polisi makaraya almak için böyle konuşmuşlar.
Şimdi ortada başka bir "Uğur Mumcu katili" var. Polise göre "bu gerçek" katil. Adı Ferhan Özmen. O da muhtemelen Kışlalı, Aksoy ve Üçok cinayetlerinin sanığı olacak.
Peki Ferhan Özmen'in "katil" olduğu nereden biliniyor? Bir yerden bilindiği yok, o da kendi ifadelerinden. Yani ortada belge yok, ifade var.
Güzel de, Karakuş'un "katil" olduğunu da ifadelerden öğrenmiş ve inanmıştık. Ferhan Özmen'in katil olduğundan nasıl emin olacağız, yarın öbürgün bir başkası çıkıp "Hayır asıl katil benim" derse ve tıpkı bunlar gibi cinayetleri nasıl işlediğini ballandıra ballandıra anlatırsa ne olacak?
Hani eskiden otobüs firmaları rekabet etmek için birbirlerinin isimlerini çalardı. Çaldıkları ismin başına "Öz, hakiki" gibi sıfatlar koyup yasal dertten kurtulurlardı.
Demek ki Uğur Mumcu cinayeti için de "Katil" "Öz katil" "Hakiki katil" "Öz hakiki katil" "En öz hakiki katil" gibi sıfatlara kendimizi alıştırmamız gerek.
İkinci perde
Şimdi olayın bir başka boyutu daha var ki, o biraz can sıkıcı.
Yusuf Karakuş adı "Hizbullah operasyonu" ile ortaya çıkmıştı. İddiaya göre Yusuf Karakuş, Hizbullah'a girebilmek için adeta bir "referans mektubu" hazırlamış ve mektuba "Uğur Mumcu'yu ben öldürdüm" ifadesini koymuştu. Mektup polisin eline geçince "zincirleme reaksiyon" başlamış ve Karakuş ele geçmişti.
Şimdi Karakuş'un "masum" olduğu belirtiliyor.
Hizbullah'ın kim tarafından organize edildiği soruları hâlâ aklımızı karıştırıyor. Tam bu sırada Uğur Mumcu'yu öldürdüğünü iddia eden biriyle karşılaşıyoruz. Bu kişinin Hizbullah'a girmek için bu konuyu kullandığını anlıyoruz. Sonunda bu adam "ilgisiz" biri çıkıyor.
Yusuf Karakuş Hizbullah'a niçin ve kim adına girmek istemişti acaba?