Nazım Hikmet... memleket
Sana geldim Nazım Usta...!
Seni bize getirmiyorlar ya; ben sana, şehrine geldim.
Şehrine... ölmeden birkaç ay önce "19 yaşım, 60 yaşım/öğretmenim yoldaşım" dediğin Rus başkentine...
Fikriyatının anavatanına... hasretinin son durağına...
Koca bir "devrim müzesi" gibiydi Moskova... geniş caddelerinde gezdim. Gördüm, panolarda "Orak-çekiç"lerin, "hamburger-kola"ya dönüştüğünü... Lenin'in, enternasyonalin hepten gözden düştüğünü...
Güldüm.
Sonra, Novodeviçye mezarlığında, kar beyazı bir polen yağmuru altında memleket toprağı serptim toprağına... Eskişehir'den geldi, hasretini çektiğin çınar...
Malum; "en iyisi ağaçlar/ağaçlar anılardan çok yaşar"...
***
Eski yoldaşların gözyaşı döktü başucunda...
Vera Tulyakova; o uğruna buralara "geldiğin, kaldığın, güldüğün, öldüğün kadın", saman sarısı saçları ve mavi kirpikleriyle en ön sıradaydı.
Şair dostun Valeri Tokarev "Koşun, kurşun eritmeye çağırıyorum" diye gürledi yorgun Slav aksanıyla...
Raisa Simonova'yı hatırlıyor musun? 9 aylık hamileydi sen öldüğünde... Son karşılaşmamızda "Güzel bir kızın olsun, adını 'Anna' koy" demiştin. Öldüğün hafta doğurdu Raisa... Anna şimdi Londra'da... 37 yaşında...
Demek 37 yıl olmuş sen öleli... hayat, şiirini kaybedeli...
Yakamda bir karanfil, boğazımda koca bir düğümle halamı aradım mezarının başından... "12 yaşımda korka korka eve getirdiğin Seçmeler kitabından, gizlice kulağıma şiirlerini fısıldadığın adam..." dedim... "o adamın şiirlerini haykırarak okuyoruz şu an..."
O şiirler ki, bana memleketi sevdirmişti, bir de adil bir dünya hasretini...
Kim bilir kaç kavgada silah diye kuşanmıştım onları... kaç sevdaya çiçek yapıp dolamıştım.
"19 yaşım, 40 yaşım/öğretmenim yoldaşım"...
***
"Kim bilir neler olacak 30 yıl sonra" diyordun 957'de...
Ne çok şey oldu gerçekten de...
Akıl almaz bir süratle değişiyor dünya...
Memlekete gelince...
Gezemiyorsa da henüz "elini kolunu sallayarak hürriyet", "30-40 dilde basılan yazıların" artık ülkende, Türkçe'nde de serbest...
Artık bir yılan başı gibi koparmıyorlar "Nazım" diyenin kafasını...
Ama beteri oldu; dün sana "hain" diyenler kullanmaya başladı adını...
Türkeş, "Bu memleket bizim" diyerek açtı paslı kilidi...
Demirel, "Yaşamak" dedi, "...bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine/ bu hasret bizim..."
Kutan, "Bir gün daha yaklaştık menzile..." diye selamladı seni...
Her nasılsa, "Nazımperver" kesildi, vatanın en muhafazakar siyasileri...
Ve nihayet... devlet elçisiyle, bakanlık temsilcisiyle katıldı bu yılki anma törenine...
Dahası... o "kapitalistler" var ya, şiirinde "milletten korkuyorlar" dediğin... Onlar getirdi bizi buraya... Her daim "Komünistler"e adres gösterilen Moskova'ya...
Abidin'e söyle, baksın bu fotoğrafa ve oradan yapsın "çok şükür, bugünü de gördüm, ölsem gam yemem gayrı"nın resmini...
***
Görünen o ki usta... 2002 yılında... Nazım asrında yani... 100 yaşında bitecek hasretin...
Bunlar... bu, sağlığında hayatı sana zindan edip, ardından şiirinin rantını yiyenler, sonunda "seve seve" verecekler vatandaşlığını...
Muhtemelen memlekette bir köy mezarlığına gömecekler seni...
Tepende ulu bir çınar, avluda güneş, semada beyaz güvercinler olacak... Belki bando değil ama, rengarenk çocuklar gelecek yanına...
"Şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecen, bu kez güneşli doğacak."
Senin olamadı, ama belki bizim "en güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız" olacak.