Arafat'ta soyulmuş hacıya döndük..
Ama rol icabı.. Dünkü fotoğraflarımı görenler için attım yukarıdaki başlığı.. Korkulacak birşey yok, işimizin başındayız.. Sayısal'dan kazanmadıkça "Tenekede gazım var, yazılacak yazım var.." siyasetinden ayrılmayız..
Aferin bizim yazı işlerine! Sürpriz böyle olur işte.. Sen tut, onca karenin içinden bizim film setinde sopa yemiş halimizin tasvirini seç, tam doğum günümüzde gazetenin birinci sayfasına koy ki anamın yüreğine insin..
Takke yana kaymış, bir gözün altı mor, alt dudak sarkmış.. Suratta bir karış sakal.. Böyle bir tasvirin altına "Duman'ı kim bu hale koydu?" diye başlık atarsan, kadının yüreğine inmez de ne yapar?
ooo
Bunun altında yazı işlerinin intikam hisleri yatıyor.. Ben biliyorum.. Yazıları biraz geciktirdiğim yolunda iddialar var..
Güya ben ikindi ezanı okunmadan işe gelmiyormuşum.. Geldikten sonra da çay seansına başlıyormuşum (Ki çay faslı doğrudur, ruhumun yeniden bedene girmesi bir saatimi alır..) o yüzden yazı işleri sıkıntıya giriyormuş..
Gerçi arkamdan konuşmalarına aldırdığım yok ama gazeteye girip de üçüncü kata çıktığım andan itibaren ne kadar eleman varsa gözünü bana dikmiyor mu o zaman huylanıyorum..
Asansörden odama gidene kadar müstehzi bir ifadeyle seyrime duruyorlar.. İki bakış arası birbirlerine göz atıp "Mesai bitimine yetişti bizimki.." mealinde sırıtarak, sinyalleşiyorlar..
Abi uyandırdım mı?
Yazı işlerine Uygar adında bir arkadaş aldılar.. Şekli görevi yazı müdürü yardımcılığı ama gizli görevi "huzurumu bozmak.." olarak tarif edilebilir..
Bu Uygar kardeşimiz sayesinde daha bir rüyayı sonuna kadar seyredemedim..
Oysa ben dizi film gibi rüya görürüm.. Basbayağı konusu olan, başı sonu belli olan rüyalar.. Rüyamı kurgularken de hiçbir prodüksüyon masrafından kaçınmadığım için görsel açıdan da çok görkemlidirler..
Hepsinde de başrolde ben varım.. Lakin bugüne kadar rüyama giren kızlardan birinin dahi elini tutamadım.. Tam öyle bir hal olur, ben "Yaaa bismillah!" deyip hamleye hazırlanırım zıııır telefon..
- "Abi, merhaba ben Uygar.. Uyandın mı?"
Hayır, bitkisel hayata soktun.. Kendi kendine açılan telefon icat edilmediğine göre belli ki uyandım..
Aslında ilk söylemek istediğim bu.. Fakat söyleyemiyorum.. Uykudan çabuk sıyrılıyorum ancak konuşma kabiliyetim benim kadar hızlı hareket etmediğinden ağzımdan sözcük yerine başka türlü sesler çıkıyor.. Tam olarak tarif etmek gerekirse, çiftleşme dönemi gelen erkek geyiklerin dişisini etkilemek için çıkardığı böğürtü, denilebilir.. İşin şaşılacak tarafı şu ki bu böğürtüyü Uygar anlıyor.. Hiç bozmayıp devam ediyor:
- "Rahatsız etmiyorum ya!"
Konuşamadığım için zihinsel temas kurmaya çalışıyorum.. "Hayır.. Uykumu bölüyorsun, rüyamı yarıda kesiyorsun ama ben rahatsız olmuyorum.. Neden dersen, ben de kişilik bozukluğu var.."
- "Abi, gazeteye bekliyoruz.. Bugün biraz erkeniz de.."
ooo
Daha evvel başka bir yazımda, durumu rapor etmiştim.. Pazarlar'ı beni önce Nilay uyandırıyordu.. Sonra nöbet Ayşe'ye geçti.. Ondan sonra da Korcan Karar'a..
Korcan iyiydi, ama sağlığını bozduğumu iddia ettiler.. Çocuğun sağlığında birşey yok aslında.. Biraz iştahı açıldı.. Psikiyatristler bunu "stresten yemek yeme hali" diye açıklıyorlar..
Çocukcağız "Ya uyandıramazsam?" diye bunalıma girdiğinden kendini pastaya, çöreğe verdi.. Bir ayda 14 kilo alıp "Kulpu kendisinden küçük testiye" benzedi..
Nöbet Uygar'a bu vesileyle geçti..
Düğüne seslerler ama..
Tahminime göre beni uyandırma işi yazı işleri elemanları arasında bir nevi şark hizmeti, mecburi hizmet olarak kabul ediliyor.. İkişer aylık nöbetler halinde görevi teslim alıp, bırakıyorlar..
Ayrıca siciline "Bu arkadaş Selahattin Duman'ı başarıyla uyandırmıştır.." şeklinde not düşülenler daha çabuk terfi ettiriliyorlar..
Genel Müdürümüz Tayfun Devecioğlu bunlara yeni sayfa verip, hilat giydirirken; bellerine al kuşaklı kılıç bağlıyor..
Bir yazarın, hergün gazeteye telefonla davet edilmesi mesleki kariyeri açısından sevindirici birşey olabilir.. Yazı işleri tarafından sürekli aranmak bir türlü özen gösterisi olarak kabul edilebilir..
Ne var ki söz konusu ben olunca bu tarif, durumumla örtüşmüyor.. Benim aranmam daha çok "Eşeği seslerler toya, ya oduna ya suya.." haline denk düşüyor..
ooo
Dayak yemiş halimi gösteren fotoğrafın birinci sayfaya kadar taşınmasının altında yatan sebep bu işte..
Yazı işleri elemanları benim geçen yılki 4 Haziran yazımı hatırlamışlar.. O yazıda doğum esnasında kafamın yamulmasını anlatmıştım..
Bugünkü kadar modern teknikler olmadığından ebe beni çekiştirirken kafayı fazla sıktırmış..
Çocuk kafası işte.. Kemik yok bıngıldak kıvamında kıkırdak dokudan bir muhafaza var.. O biraz bombe yapmış.. Normalde kubbemsi bir yuvarlaklıkta durması gereken kafam, sola doğru şişip sivrilmiş..
Benim bunları yazmamı fırsat bilen yazı işleri de "Komser" filminin setinde çekilen fotoğrafımı tam doğum günüme denk gelecek şekilde sayfaya koyarken, okura;
- "Bunun tipi doğduğu zaman da kayıktı, yediği dayak aslına döndürdü.." mesajı vermek istemişler..
Evet filmde dayak sahneleri olduğu doğru! Sık sık o fotoğraftaki hallere düşeceğimiz de lakin benim itirazım yok.. Böylece başkomiser rolünden yırttık..
Nezarethanede sürekli olarak polisten şefkat gören bir berduş olup çıkarken bıyıkları da kurtardık..
Aslında bugün film setindeki ilk günümüzü anlatmayı plânlamıştım, lafın boğazına ters düğüm atıp, buralara geldik.. Setteki yönetmen mezalimini başka bir yazıda anlatırım artık..
Önce şu yazı işleri ile arayı düzeltmeye bakmalı.. Haklı oldukları şeyler de var gözden kaçırdıkları şeyler de.. Evet, kabul! İşe geç geliyorum ama en geç de ben çıkıyorum.. O sebepten hiçbir yere zamanında yetişemiyorum..
Özetlersek "İki nesne harab etti gönlümü.." diyebiliriz.. "Biri işe gelmesi, biri de gitmesi.."