kapat

18.05.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
SELAHATTİN DUMAN(sduman@sabah.com.tr )


Beni bu sıcak havalar mahvetti

Bu özlü söz, 32 derece sıcakta aklıma geldi.. Yazının konusu "Aşırı sıcakla mücadele eden" bir fikir adamının, (O ben oluyorum) zor koşullarda kültürümüze yaptığı önemli katkıları anlatıyor..

Artık yazılarımı Ataköy'deki evin mutfağında yazıyorum.. Orta halli bir evin mutfağı; gazete yazısı yazmak gibi "kutsal" bir eyleme uygun ortam değil ama olsun.. Hiç değilse sıcaktan bunalıp, cinnet fikirler üretmiyorum.. Böylesi demokrasimiz için de daha iyi..

Mutfak ve salonun balkon kapılarını açık tutuyorum.. Ancak, meydana gelen cereyan yüzünden kapıların şiddetle çarpmasını önlemek için bazı tedbirler almak zorunda kaldım..

Evdeki küçük tabureleri kapıların önüne ağırlık olarak yerleştirdim.. Taburenin yetmediği kapılara da beşer kiloluk su şişelerini koydum.. Gerçi her kapının önünde anlamsız bir nesne duruyor ve estetik görünümü bozuyor ama kapılar asla çarparak kapanmıyor..

İki balkon kapısının arasında dolanan hava müthiş serinletici.. Kağıt cinsinden ne varsa havaya uçuran rüzgar, insanda sanki evin içinde fırtına çıkmış gibi bir his uyandırıyor..

Yazı yazarken yararlandığım notların havada uçuşması küçük bir problem olarak karşıma çıkıyorsa da bunu da hallettim.. Notlarımın üzerlerine birer ağırlık koyuyorum..

O yüzden mutfakta yazmak müthiş avantajlı.. Havaya uçma ihtimali olan her şeyin üzerine koyacak bir nesne bulabiliyorsunuz.. Reçel kavanozu, bir domates, yarısı kesilmiş bir sucuk.. Bulaşık deterjanı şişesi.. Yanlarında da açık duran bilgisayarı da gözünüzün önüne getirin..

Böyle yazıyorum işte.. Beyazıt meydanında eşyalarını satan Romen turistler gibi yayılıyorum mutfağa..

Bizim bina sorunlu..

Peki kendime bu eziyeti neden yapıyorum?

Meyda Plaza gibi namı memleketi tutmuş çağdaş bir ortamda yazmak varken, neden evin mutfağına sığındım? Sebebini arzedeyim..

Bizim grup olarak iki binamız var.. Birincisi SABAH gazetesinin içine konuşlandığı Medya Plaza.. Diğeri ATV 2000 binası..

Yeni bina tamamen bilgisayar ile yönetiliyor.. O yüzden akıllı bina diyorlar ona.. Meyda Plaza'nın yönetimi ise "bilgisayar"a değil, neyi bilip neyi bilmediğini bugüne kadar hiç sayma ihtiyacı duymayan insan unsuruna bağlı.

Şimdi arada ne fark var diyeceksiniz?

Şöyle.. Havalar aşırı ısındı, değil mi? Yeni binanın bilgisayarı "Hava madem 30 derece.. İçerisi 20 derece olsa yeter.." deyip, soğutuculara serin hava üflemesini emrediyor..

Bizim binanın yönetimi ise "Ne yapalım hava sıcaksa.. Babalarının evinde soğutucu mu vardı?" siyaseti güder gibi hallerde.

O yüzden ATV 2000 binası Şerafettin Yaylası gibi serin, bizim Medya Plaza ise Gobi Çölü kıvamında.. Zaten üst yönetim de bunun farkında.. O yüzden daha yaz gelmeden kendi odalarını yeni binaya taşıdılar..

Sabah işe geldiklerinde "yaylaya çıkar gibi" yeni binadaki serin odalarına gidiyor, ancak akşam serinliğinde Medya Plaza bölümüne geçiyorlar..

***

Aslında bizim bina da istenirse serin tutulabilirmiş.. Ancak bu istenmiyormuş.. Aşırı sıcaktan bunaldığım günlerden birinde idareye telefon açıp "Neden bina bu kadar sıcak?" diye sordum..

Aldığım cevap dehşet vericiydi..

Bizim binada çalışan kadın yazarlar yüzünden ısıyla oynamıyorlarmış.. Yani Seda Güler'den Vivet Kanetti'sine, Leyla Umar'ından Can Ataklı'sına kadar kim varsa (Bu sonuncusu kadın yazar değil ama onların işbirlikçisi); kompresörlerin serin hava üflemesine karşı çıkıyorlarmış..

Mücadele edeceğim..

Bütün kadınlar üşür.. Bu neden böyledir, bilemem ama üşürler.. Üstelik üşümeleri için mevsimin sohbahar ya da kış olması gerekmez.. Yazın bile üşürler..

Hiç unutmam, geçen sene Migros'tan kendime birşeyler alıyordum.. Önümde iki hanım yürüyordu.. Saçlarının ağarmış olduğunu söylersem, yaşları hakkında fikir vermiş sayılırım..

Aralarındaki konuşmaya ister istemez tanık oldum.. Biri "Ah kardeş.." diyordu.. "Havalar hep böyle olsa ne iyi.. Serin serin.."

Diğeri başını sallayarak onayladı arkadaşını.. "Ben de çok seviyorum serin havaları.. Yazın gelmesini hiç istemiyorum.."

Dikkatinizi çekerim.. Bu konuşmaya tanık olduğum tarih 18 Haziran.. Dışarıda hava 31 derece.. Ve bu iki hanım mevsimi hâlâ ilkbahar gibi algılayıp, havaları serin buluyor..

Belli ki hava sıcaklığı 27 dereceye düşse, serinlik çıktı diye birer hırka daha giyecekler..

***

Bizim binanın başına gelenlerin sebebi de buymuş..

Biz hava sıcak diye feryat edip, kompresörün kumandasından ısıyı düşürttükçe Seda Güler odasından idareyi arar "Help.. Help.. Donuyoruz.." mesajı geçermiş..

Hani elinden gelse odaya bir de odun sobası kurduracak..

Bizim gazetedeki "lakıta" tayfasının duayeni sayılan Leyla Umar ise idareyi baskı altında tutmak için el örgüsü kalın hırka ile geziyor.. Kadın taaa Küba'ya gitti.. O tropik iklimde bile hırkasını çıkarmadı..

Hırka dedimse ince birşey değil.. Sanki köy pazarından yapağı alıp ipini kendi dokudu, kendisi ördü.. Çoban kepeneği gibi soğuğa dayanıklı birşey..

Castro'nun karşısına bile işte o hırkayla oturdu.. Döndüğünde fotoğraflarına baktım.. Castro'nun alnı boncuk boncuk terli.. Üniformasının koltuk altı terden sırılsıklam olmuş.. Bizimki ocak başında kurulmuş ev kedisi gibi huzurlu..

Besbelli ki Havana'nın 35 derecelik havası bizim Leyla Hanım'a sert geldi ve Castro'ya "Başkanım çok üşüdüm, klimaları biraz kapatsalar.." ricasında bulundu..

Koskoca Amerika'ya kafa tutan Castro bile yaz ortasında "üşüyorum" diyen bir Leyla Umar'a direnmediyse; benim, gazetenin sürekli üşüyen kadın yazarlarına karşı "serinlik mücadelesi" vermem hiç akıl işi olmaz..

Bağrıma buz basar, otururum..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır