


Yaşasın tatil!..
Bakanlar Kurulu'nun kararı duyulduğunda ilk tepki şaşkınlık oldu.
Kurban Bayramı tatili, aradaki üç günün de eklenmesiyle tam dokuz güne çıkarılıyordu.
Böyle bir "uzatma"ya neden gerek duyulduğu pek anlaşılmadı ilk başta..
"Enerji tasarrufu" gerekçesi de çok fazla rağbet bulmadı.
Yılbaşında takvimlere bakıp Kurban Bayramı'nın son iki gününün hafta sonuna rastladığını farkeden ve dolayısıyla üzülenler de aslında hemen sevinemediler.
Çünkü hem psikolojik, hem de "maddi" açıdan "uzun tatil"e hazırlıksız ve plansız yakalandılar..
Neyse... Karar karardı...
Kimse piyangodan çıkan bir tatile karşı çıkacak değildi...
Günü geldi, yaşandı...
Ve günü geldi... Bitti...
Kar, kış, kapanan yollar, beklenmedik yağmurlar, kaybedilen ve kazanılan maçlar, yarım yamalak aşklar, hepsi geçip gitti..
Bayram rüzgar gibi geçti...
***
Kimilerine göre son derece gereksiz bir tatildi bu...
Dahası, Türkiye'nin tatil yapacak hali yoktu.
Çalışmak ve daha çok çalışmak zorundaydık...
Hatta; "Madem, tatille enerji sorunu çözülecek, o zaman hiç çalışmayalım, olsun bitsin" diyenler oldu...
Ve asıl öldürücü darbe hep son cümlelerde kuruldu:
"Gelişmiş, uygar ve çağdaş ülkelerin hiçbirinde böyle tatiller yoktur..."
Bizce, en dramatik çelişki de bu son cümlelerde kuruldu.. Evet, gelişmiş ülkelerde böyle tatiller yoktu...
Ama gelişmiş ülke insanının böyle tatillere ihtiyacı da yoktu...
Evet, biz tatilden yanayız...
Hem de, tam da ilan edilen gerekçeyle..
Yani, enerji tasarrufu nedeniyle...
Lakin, elektrik direklerinden akıp geçen enerjiyle işimiz yok bizim.
Bizim işimiz toplumsal ve bireysel enerjiyle...
Gelişmiş ülkelerde böyle tatiller yok, evet...
Ama başka şeyler de yok!..
Neler mi yok mesela?..
Yalnızca şu milenyum başlangıcından bu yana yaşananları saysak yetmez mi?
Gelişmiş ülkelerde Hizbullah yok mesela..
Mahallenizdeki evlerin altından çıkarılan cesetler yok..
Domuz bağı işkenceleri, boğularak öldürülen insan hikayeleri yok...
Gerçek öykülerden yola çıkılarak çizilmiş "temsili vahşet resimleri"nin ruhlarda yarattığı depremler yok..
Ruhlarda yaratılmış depremler bir yana... Üzerinde oturduğunuz toprağın derinliklerinde yaşamınızı sürekli tehdit eden, hayatınızı karartan "gerçek deprem" korkularına ne demeli?..
Bir cumhurbaşanı seçimini dünyanın en karmaşık siyaset bilmecesine dönüştüren, anayasa maddelerine ilişkin rakamlarla zihinleri sürekli karıştıran; koca koca partilerin kapısında "kilit şakırtıları" duyulan bir politika ikliminde herkesin dünyaya toz pembe baktığı düşünülebilir mi?..
Ülke insanının tümünün kanı sarı-kırmızı aksa neyse! Lakin milyonlarca gönül, sarı-lacivert renklere vurulmuşken, doğan her günün güneşi ısıtır mı içimizi?..
***
Enflasyon düşecek, ne güzel?..
Yıl sonunda hedefimiz yüzde yirmi...
Lakin... Fedakarlık önce sizden ey ahali...
Fiyatlar ne kadar artsa da sıkın dişinizi.. Sıkın, sıkın...
***
Sağdan say beş, soldan say on kişinin ekranlara sığmayan cilveli gönül hikayeleri... Kim kiminle nerede ne yapıyor?.. 24 saat geçmeden kimi kapıyor?.. Havaya havaya, peçeteler havaya...
Alkol ve trafik karmaşasından mideniz bulanıyor... Ayaklar birbirine dolanıyor...
Ey Aşk. Geldinse vur!.. Vur!..
Vurmuyor!..
Sorun sadece yalan aşkların "sahtekâr trafiği" olsa neyse!..
Tıpkı hakiki deprem korkuları gibi, hakiki trafik kâbuslarına ne demeli!..
Daha neler neler!.. Evet, çağdaş ülkelerde yok böyle tatiller...
Ama bunlar da yok işte..
"Günlerin bugün getirdiği korku, kâbus, şiddet, ümitsizlik ve yalan"dır...
Tatilse yegane "kalan"dır elimizdeki... Bunalmıştık ve bu tatil ilaç gibi geldi "inanılmaz ve şok gündem"den bunalanlara ve her türlü yalanlara..
Öyleyse kahrolsun ümitsizlik, yaşasın tatiller... Yaşasın hayata dair bütün şiirler...
Ne kâbus gibi geçen dün, ne "kâbus" vaat edilen yarın...
"Toprak, güneş ve ben, bahtiyarım..."