


Utanılacak bir dünya şampiyonluğu
Dünkü Sabah'ta haber "Dünyaya rezil olduk" başlığıyla çıktı. Washington Post gazetesinin araştırma sonucu üzerinde ise "İşte acı tablo" başlığı var; Koca dayağı yiyen kadınların %'si Türkiye için 58, Bangladeş ve Etyopya arkadan % 47 ve 45'le geliyorlar. Bu tablonun üstünde "acı" kelimesi hafif kalıyor, "dehşet" daha iyi uyabilirdi.
Neymiş efendim karısını döven erkekler için iki, üç ay hapis cezası veren yasalar çıkarılmış. Sevsinler sizin yasalarınızı.. Cinayet işleyenlerin bile adına "ağır" denen komik para cezalarıyla serbest bırakıldığı, tesadüfen hapsedilenlerin de şıp diye çıkarılıveren "af"larla salıverildiği bir düzende kim takar senin yasanı?
Böyle bir yasadan karakolların bile haberi yok. Şikayetçi olan kadın "Kimbilir ne yaptın bunu haketmek için" denerek evine gönderiliyor. Onlar ikinci sınıf vatandaş bile değil. Onlar hiçbir şey değil.. Ezilmiş, kaybolmuş, kimliği, kişiliği olmayan varlıklar. "Var"lar sadece. Etten, kemikten birer canlı olarak varlar. Duyguları, özgürlükleri ruhlarıyla birey olarak, insan olarak, değil..
İşin asıl acı, asıl dehşet yanı ise artık bu konularda adalet, yasa istemeye bile eli- mizin varmayışı. Hukukla bir oyuncak gibi oynanan, yasa, ceza korkusu olmayan sürücülerin bir haftada 115 can aldığı bir ülkede adaletten söz etmek safdillilikten başka nedir ki?
Adalet Bakanı radyolarda, TV'lerde hâlâ "af beklentisinin arttığından, en kısa zamanda çıkacağından" söz ediyor.
"AF" anketi yapılsa?
Kaç kişi arasında artmış bu beklenti? Bir anket yapsalar da görsek, ülke genelinde yüzdesi nedir bu beklentinin?
Amerika'da, Başkan Clinton'ın da avukatları arasında olan bir hukukçuyla sohbet sırasında konu "af"fa geldi. Adam "Hangi gerekçeyle af çıkarılmak isteniyor?" diye sorunca "Cezaevleri dolmuş, artık eğitici olmak yerine suçlu üretiyormuş" cevabını verdim. Şaşkınlığını görmeliydiniz, gözlerini faltaşı gibi açarak "Neden yeni cezaevleri yapmıyorlar?" diye sordu ve ekledi; "Bizde hukuk, suç işleyenin cezasını sonuna kadar, mutlaka çekmesi esasına dayanır."
Ben bu sorunun cevabını bilemediğim için kızararak sustum, keşke biri açıklasa da öğrensem.
Af çıkacaksa, mutlaka çıkması gerekiyorsa gerçekten haksızlığa uğrayan, gereğinden fazla ceza verilmiş olanlar için çıkmalı. Başkasının canını yakan, ocaklar söndüren, ya da devleti soyup soğana çevirenler için değil.
Aksi takdirde insanları adalete nasıl inandırabilir, ilkeli, düzgün bir toplum yaratabilirsiniz?
Adalet Bakanı'nın "af" gerekçelerini daha net, daha açık bir şekilde mutlaka anlatması gerekiyor bence.
Suç araştırmalarında "Top ten"e girmekten, çoğunda liste başı olmaktan bıktık. Dünyaya "rezil" olmakla kalmıyor, kahkahalarla güldürüyoruz kendimize!
Livaneli'nin korosu
İlk kez bir başka ülkede bir Türk sanatçının konserini izledim. Zülfü Livaneli'nin New York "Town Hall"da Yunanlı sanatçı Maria Farandouri'yle verdiği "Barış Konseri" depremlerden sonra yön değiştiren ve sıcaklaşan Türk-Yunan ilişkilerine katkısı açısından önemli bir konserdi ve çok da başarılı geçti. İki sanatçının bazı Yunan şarkılarını Yunanca, Türk şarkılarını ise Türkçe birlikte, ele le söylemeleri salonu dolduran yüzlerce Türk ve Yunanlı'yı inanılmaz şekilde coşturdu.
Livaneli'nin şarkılarında Türk dinleyicinin eğitimli bir koro kadar kusursuz şekilde eşlik etmesi dikkat çekiciydi. Tüm şarkıları ezbere bilmeleri belki mümkün ama hiç detone olmadan tek ses gibi nasıl söyleyebiliyorlar?
Konserden sonra konuştuğum sanatçı aynı soruyu Arif Mardin'in de sorduğunu "Onlarla prova mı yapıyorsunuz?" diyerek takıldığını söyledi ve şarkılarının böylesine sevilmesini "Bir şans" olarak değerlendirdi. Ne diyelim, Allah bütün sanatçılara böyle şans nasip etsin..
Levent Kırca ve Oya Başar'ın yeni döndükleri Avrupa turnesinde de inanılmaz bir ilgi göstermiş Almanya'da, İngiltere'deki Türk vatandaşlarımız. Öyle ki Alman gazeteciler tek bir gösteride 3000 Türk'ü nasıl toplayabiliyorlar diye incelemeye almışlar olayı..
Bence Avrupa'da, Amerika'da çalışan veya tahsile giden Türkler kendi sanatçılarını dinlemeyi, izlemeyi fazlasıyla özlüyorlar.
Sevilen sanatçılarımızın bu turneleri, konserleri daha sık yapmalarının zamanı geldi gibi görünüyor!
Sanatçı filler
Bayram tatilinde bir haftalığına gittiğim New York sokaklarında hızla yürürken bir mağaza vitrininde hortumuyla yağlıboya tablo yapan fillerin dev resimlerini görünce zınk diye durdum (aynen böyle, zınk diye). Olacak şey değil; bir sürü fil yan yana dizilmişler, hortumlarına aldıkları fırçalarla, önlerindeki tuvallere dikkatle bakarak rengarenk boyuyorlar. Hem de bir ressamın konsantrasyonuyla.. "İyi espri ama" diye gülümseyerek bakarken birden bunun hiç de espri niyetine yapılmadığını ve ayrıca dünyanın en ünlü müzayede kuruluşlarından Christies'in fil tablolarını yakında açık arttırmayla satacağını görünce şaşkınlığım arttı.
Fillerin fırçayla resim yapabildiği ilk kez 1995'te fark edilmiş. O günden bu yana yeteneği geliştirilen bazı sanatçı fillerin eserlerinin de "Asian Elephant Art&Conservation Project" yararına yapılacak bu müzayedede satılmasına karar verilmiş. 21 Mart 2000'de (bugün) Christies Auction House'da tablolar satışa çıkarılıyor.
Ben de 22 Mart 2000'de yağlıboya resme başlıyorum. Tablolarımın fillerinki kadar ilgi görmeyeceği kesin ama en azından deneyeceğim. Haksız mıyım ama!