Hac farizasını yerine getirmek için bu yıl da Kabe'ye gidememiş olan, dini bütün belediye başkanlarından biri, üzüntüsünden bir türlü uyuyamıyordu geceleri...
Belediye meclisi üyelerinden, bir yıl önce hacı olmuş bir dostu, hem kendisini, "daha gençsin, nasıl olsa gidersin" diye teselli ediyor, hem de geceleri uykuya dalabilmesi için:
- Yatağa yatınca, diyordu, gözlerini kapa ve büyük bir sürünün herhangi bir çitten tek tek atlayan koyunlarını saymaya başla. Gör bak nasıl uyuyacaksın, sayılar büyümeye başlayınca..
Bayram'ın ikinci günü Belediye Başkanı'nı ziyarete geldi, Meclis Üyesi dostu:
- Nasıl, dedi, şimdi rahat uyuyabiliyor musun geceleri?
Başkan:
- Git işine yahu, dedi, senin yüzünden az daha oram buram kırılıyordu.
- Anlayamadım, nasıl yani?
- Nasıl olacak, gece yatağa girince gözlerimi kapayıp, çitten atlayan koyunları saymaya başlayınca; birden Kurban Bayramı olduğu aklıma geldi...
- Eee?
- Eee'si ne? Saymaya kalktığım koyunlar birden kurbanlık oldular. Ben de onları yatırıp keseyim derken, öylesine debelenmeye kalktılar ki, ya yataktan yere düştüm, ya kafamı yandaki komedine vurmaya başladım...
- Sonra?
- Sonra bir ara, nasıl olduysa oldu, Süleyman Bey geldi yanıma; koyunun üç ayağını bağla birini serbest bırak, öyle kes, dedi.
- Allah Allah ne tuhaf bir kabus... Kasaplığı da mı varmış Süleyman Bey'in?
- Hayır çobanlığı varmış. Zaten ona güvenerek atılmış siyasete de.
Parti başkanlarından biri, bir dostuna dert yanıyordu: - Yahu baksana bir kurbanı bile kesmeyi beceremiyor bazıları. Kurban keseceğim derken, kendini sakatlayıp hastanelik olanlar bir yana; biri de, kurban edeceği bir boğayı kaçırmış. Ortalık biribirine girmiş. Önce çamaşır ipleriyle yakalamaya kalkmışlar boğayı; becerememişler. Derken polisler ateş açmışlar hayvana.. Boğa, yere yıkıldığı halde kalkmaya çalışıyormuş. Onun için de önce ayaklarını kesmişler boğanın; ancak ondan sonra kurban edebilmişler.
Ve parti başkanı ekliyordu:
- Kardeşim kendi çıkarlarını bile bilmiyor bu adamlar. Niye kurban kesiyorsun? Öteki dünyada sırtına binip Sırat köprüsünü geçebilmek için... Sen kurbanın önce ayaklarını kesersen, öteki dünyada nasıl sırtına biner de geçebilirsin Sırat köprüsünü?
Arkadaşı:
- Tıpkı, dedi, seçmenleri vaatlerle uyutup semerlemek yerine; kıçlarına kazık sokup hepsini şahlandırmaya kalkmak gibi bir şey bu... Sen seçmeni uyutup semerlemek yerine, kazıklayıp şahlandırırsan, nasıl sırtına biner de girebilirsin Meclis'e, öyle değilmi?
Böylece kazıklandığından ötürü şahlandığı için, sırtına binilerek Meclis'e girilemeyecek seçmen de; kurban edilmeden önce ayakları kesildiği için öteki dünyada sırtına binilemeyecek boğaya benzetildi...
Avrupa Birliği ise bütün bu yerel benzetmelerden habersizdi. Ancak bizim demokrasiden söz açıldı mı, onlar da sadece benzetiyorlardı..
Her fırsatta tatile çıkma modası yaygın ya... Kurban bayramı tatilinden yararlanan bir grup siyasetçi de; kişiliklerindeki kurnazlığa uygun bir yer aramışlar ve Büyük Sahra'ya giderek, mayolarını giyip, omuzlarında havluları, yürümeye başlamışlar.
Oraları denetlemekle görevli bir helikopter pilotu görmüş kendilerini, merak edip yanlarına inmiş:
- Bir şey mi geldi başınıza, yolunuzu mu kaybettiniz, ne oldu?
Bizim siyasetçiler:
- Yooo, demişler, tatil yapıyoruz, denize gireceğiz...
- Denize mi gireceksiniz? Yahu çıldırdınız mı siz? Büyük Sahra'nın tam ortasındasınız. Deniz en az 500 km. uzakta...
Bizimkiler:
- Biz Türk siyasetçisiyiz, demişler, işimizi biliriz; hiç merak etme sen pilot arkadaş.. Kendi şanımıza uygun olsun diye kasden geldik buraya. 500 kilometrelik başka bir plaj var mı dünyada?