Orhan Gencebay.. 40 yıldır rengarenk bir hayata damga vuracaksın, müzikte el atmadığın alan kalmayacak, hep zirvede bulunacaksın, 1000'i aşkın beste yapacaksın, 150 milyondan fazla bir kaset tirajın olacak ama.. Sanki dün başlamış gibi heyecanlı, kırılgan ve mütevazı kalacaksın.. Darısı tüm renkli ve içi boş şöhretlerin başına...
İnternet Mahir'in açıklamalarını okudum gazetelerde... "Türkiye beni kaybetti!" demiş.. Turizm Bakanı'nın kendisini aramamasına çok içerlemiş, o ki Türkiye'nin adını dünya aleme duyurmuşmuş, çok önemli adammışmış ama ülkesinden nedense hiç destek görmemişmiş!
Vah vah vah..
Belli ki biz de "İnternet Mahir"i kaybetmişiz! Farkındasınızdır, bizim ülke son yıllarda epeyi "şöhret şımarığı" yetiştirdi "İnternet Mahir" örneği..
Cin olmadan adam çarpanlara, dergi ve gazete kapaklarını süsleyip de "ne iş yaptığını anlayamadığımız" işsizlere, tek şarkıyla, tek filmle kendisini Elton John ya da Greta Garbo zannedenlere çok rastlıyoruz artık..
"Halkın sevgilisi" olduğu konusunda "demeç" verip de 8-10 korumayla gezmeden duramayan şarkıcılar da cabası...
Ama.. Alçakgönüllü, dingin, sakin ve saygın şöhretlerimiz, ustalarımız da çok tabii.. Orhan Gencebay ve diğerleri gibi..
Hafta başında Orhan Gencebay'la saatler süren sohbetin ardından düşündüm bütün bunları.. Orhan Gencebay'ı da.. Bilmiyorum biz belki sulusepken, ışıltılı ve içi boş insanlarla kuşatıldığımızdan mıdır nedir, Orhan Gencebay'ın tavrına, tarzına bir türlü inanamıyoruz.. İnanasımız gelmiyor.. Tevazusuna, kibarlığına, içtenliğine ve efendiliğine..
Beyler, hanımlar.. Gerçekten abartmıyorum.. Dile kolay, 1960'dan beridir ki rengarenk bir hayata damga vuracaksın, müzikte el atmadığın alan kalmayacak, hep zirvede bulunacaksın, 1000'i aşkın beste yapacaksın, 150 milyondan fazla bir kaset tirajın olacak ama..
Sanki dün başlamış gibi heyecanlı, kırılgan ve mütevazı kalacaksın..
Oluyormuş demek ki..
Gencebay'la uzun uzun konuştuk dedim ya.. Yakası açılmadık anılar dinledim ondan.. Bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum.
Mesela, 16 yaşındayken Samsunspor'da kalecilik yaptığını, bir iki yıl sonra futbolu bırakıp "body" çalıştığını ve meşhur kaslarının o dönemden kaldığını..
Ama bugüne kadar hiç kasım kasım kasılmadığını..
19 yaşında bir delikanlıyken koca koca orkestralar yönettiğini!
Yine aynı yaşlarda Hudutların Kanunu, Kızılırmak-Karakoyun, Kuyu ve Kozanoğlu gibi çok önemli filmlere (toplam 90 film) müzik direktörü olarak imza attığını..
Ama TRT radyo günleri sırasında farklı şeyler önerdiği için bir anlamda başına bin türlü çorap örüldüğünü ve TRT'den ayrılmak zorunda kaldığını..
Aynı günlerde "afilli" bir fotoğrafını gören Metin Erksan'ın, "Bu çocuktan dolmuş şoförü olur" dediğini... (Yeni Lale Film'in sahibi Necip Sarıcı'nın bir anısı..)
Ancak "Bir Teselli Ver" şarkısıyla şöhreti yakaladıktan sonra Yeşilçam yapımcılarının kendisine "Yunus Emre" rolü önerdiklerini fakat filmin 17 gün gibi kısa zaman içinde bitirilmesi gerektiğini öğrenince teklifi kabul etmediğini..
Daha sonra rol aldığı filmlerden birinde ise "bağlama ve halk müziği"nden başka gözü hiçbir şey görmeyen, karşısına piyano çıkınca "öcü görmüş gibi" kaçan ve piyanoyu reddeden bir müzisyeni oynamak zorunda kaldığını (yönetmeni kırmamak için itiraz edememiş) ve yıllar sonra nasıl pişman olduğunu..
Pek çok filminin (kendisini daha çok müzik adamı saysa da) gişe rekorları kırdığını..
Adına kurulmuş 400 fan klübün bulunduğunu..
9 üniversite tarafından kendisine "Uluslararası Montu Doktorası" verildiğini.. "Bir Teselli Ver" şarkısını İspanya'da karşılaştığı bir genç kıza, "Batsın Bu Dünya"yı haksızlıklar karşısında "protest" bir anlayışla, "Hatasız Kul Olmaz"ı hatalarını hatırlatmak amacıyla, "Beni Böyle Sev"i mütevazı halini hatırlatmak için, "Hor Görme Garibi"ni yoksullar, emekçilere selam olsun diye yazdığını ve daha pek çok anılar..
Beşiktaş Belediye Konservatuarı'nda dört yıl okuyup, büyük keman virtüözü Ekrem Zeki Ün'den dersler aldıktan ve yıllarca Çigan müziği çaldıktan sonra, Beyoğlu'nun iç karartıcı kahvelerinde "Sarışınsın, sarısın" adlı şarkıyı söylemeye zorlandığında artık onun için gerçeği unutmak, dahası bir daha hatırlanmamak üzere bozmak başlıca zevki haline gelmişti.
Ve 1975 yılında İstanbul'a Çiçek Pasajı'na gelir. Pasaj bir neşe, bir muhabbet tramvayı gibidir o yıllar. Şimdiki gibi erkek liselerinin yemekhanelerine benzemez. Günlük hayatın bir şiiri vardır. Paganini Bülent burada çok sevilir. Canı isteyen Paganini Bülent'in keman nağmelerini gözü kapalı dinleyerek istediği hayale kaçabilirdi. O gün bugündür, Paganini Bülent'in şapkasını parasız bırakmıyorlar. ..
Paganini Bülent her sabah güneş doğduğunda, Tarlabaşı'nda kaldığı Sema Otel'inde, cebinde iki bin lirayla uyanır. Günde yirmi bin lira kazanır. Yedi bin lirayı oteline verir. Sabah üç bin liraya çorba içer. Geri kalan yedi sekiz bin lira ise öğle ve akşam azığı içindir. Hasta olsa, işe çıkamasa otelcinin merhametine sığınır."