Kazancakis'in nefis romanında Aleksi Zorba, dostuna bir telgraf çeker: "Patron nefis bir yeşil taş buldum. Görmeye değer. Hemen gel!"
Bir yeşil taşın güzelliğini tadmak için ülkeler arası seyahat etmek çok olağan gelmektedir Zorba'ya.
Çünkü o yaşama aşıktır.
Nazım'ın deyimiyle "Bir sincap kadar ciddiye alır yaşamayı!"
Gazeteci arkadaşımız Bengüç Özerdem'in cüsse olarak sincaba benzer hali yoktur ama o da bir yeşil gökyüzü sevdasının peşinde Bering Boğazı'nı geçmeye gidiyor.
Özerdem ve arkadaşları, Asya ve Amerika kıtaları arasındaki buz tutmuş Bering'i yirmi günde yürüyerek geçecekler.
Zaman zaman sıfır altı 75'e düşen soğukla mücadele edecekler.
Gezinin tek amacı yeşil gökyüzünü görmek değil. Bir de dünyanın dikkatini fok katliamına çevirmek misyonu var.
Gerçi CNN, "Köpek öldürülen ülkeden bir Türk, fokları kurtarmaya gidiyor!" demiş ama Bengüç Özerdem köpek katili değil ki!
Babaların günahı gibi ülkelerin günahı da evlatların üstüne yüklenemez.
Bengüç'ün bu tehlikeli maceraya atılışı bana İngiliz dilindeki "challenge" kavramını hatırlattı.
Bu kelimenin tam karşılığı yoktur bizde. "Meydan okuma" deseniz oturmaz, "göze alma" deseniz tam tutmaz.
Kavramın kendisi yoktur ki kelimesi olsun!
Bizim kültürümüz, "challenge" kavramına yabancıdır.
Daha çok "survival" üstüne kuruludur yaşamlarımız.
Challenge, bir riski, bir tehlikeyi göze alarak, kendini bazen bilinen bazen bilinmeyen serüvenlere savurmak olarak algılanabilir.
İngiltere'den, Hollanda'dan yola çıkan yelkenli ahşap teknelerin, bilinmeyen, hiç gidilmemiş denizlere açılarak, onca fırtınayı, tehlikeyi atlatıp taaa Avusturalya'ya gitmesi, insanların içinde yanan "challenge" ateşiyle mümkün olabilmiştir.
Hollanda'dan jet uçaklarıyla bile 20 saatte gidilebilen mesafeleri aşıp, dünyanın öbür ucuna ulaşarak buldukları kara parçasına "New Zealand" adını takan gemicilerde de bu duygu vardı.
Bu kavram sadece büyük serüvenlerle de sınırlı değil.
Her insan, günlük yaşamında "challenge" sahibi olabilir.
Bir amaca yönelik olarak risk alabilir, kendi gücünü sürekli bir sınamaya tâbi kılar.
Ama dediğim gibi bizim uygarlığımızda, tehlikeyi göze almak yerine, durumu idare etmek, "giden ağam, gelen paşam" diyerek eğile büküle ayakta kalmaya çalışmak eğilimi daha baskındır.
Çünkü bu toprakların üzerinden Haçlılar geçmiştir, Timur geçmiştir, harp darp zulüm eksik olmamıştır Anadolu köylüsünün başından.
Bu yüzden en önemli kural; ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak ve karnını doyurmaktır.
Düello da bir "challenge" dır ve Çetin Altan'ın çok yerinde saptamasıyla bizde düello yerine pusu geleneği vardır.