kapat

24.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Savunma kutsalsa...

Aşağıdaki anekdotu bir savcının ağzından dinledim. Aynen aktarıyorum: "Baba karşıma geldiğinde perişan bir haldeydi. Hem ağlıyor hem de 'Ne yapacağımı şaşırdım, lütfen yardım edin' diye yalvarıyordu. Biraz sakinleşince olayı anlatmaya başladı: Oğlu kısa bir süre önce tutuklanmış, o da alelacele bir avukat bularak vekaletname alması için cezaevine yollamış.

Tutuklu genç avukatla görüşme yerine geldiğinde, yanında bir başka kişi daha varmış. Put gibi hiç konuşmadan duran ve bütün görüşmeyi tek kelime kaçırmadan dinleyen bir kişi... Örgüt yetkilisi.

Tutuklu gencin görüşmede avukata söylediği ilk ve son cümle, "Size vekalet vermiyorum" cümlesi olmuş. Avukat bütün zorlamalarına rağmen, neden-niçin sorularına da hiçbir cevap alamamış, çaresiz geri dönmüş. Bunun üzerine baba şaşkınlık içinde cezaevine koşmuş. O görüşmede karşılaştığı tabloyu anlatırken ağlıyordu. 'İnanamıyorum Savcı Bey... 20 yıllık oğlumu tanıyamadım. Sanki oğlumu kopyalamışlar ve sahtesini karşıma çıkarmışlardı. Yanında yine put gibi duran bir adam vardı. Oğlum kurulmuş robot gibi konuşuyordu. Ne dedi biliyor musunuz; "Benim bir burjuva işbirlikçisi olarak senden herhangi bir yardım almam mümkün değil. Artık bana destek olmaya çalışma."

O kadar şaşırdım ki, oğlum ne oldu sana? Şokta mısın, beni tanıyamadım mı, bak ben senin babanım, demek zorunda kaldım..."

***

Bu anekdotun çok tipik olduğunu bilmeseydim, sözünü etmezdim. Aksine çok tipik olduğunu, yıllardır cezaevlerinde örgüt davalarına bakan avukatların buna benzer çok olay yaşadıklarını iyi bildiğim için yazıyorum.

Ve eğer son günlerde sıkça vurgulandığı gibi, savunma hakkı kutsalsa, bu kutsallığa inananları yukarıdaki anekdot üzerinde düşünmeye davet ediyorum.

Evet, bugün cezaevlerinde olup bitenlerle yakından uzaktan ilgisi olan herkes biliyor ki, bir örgüt davasından içeri düşen bir sanığın savunma hakkını yok eden birinci etken, örgüt baskısıdır.

Bu öyle büyük bir baskıdır ki, cezaevi idaresinin savunma hakkına yönelik baskıları ya da engellemeleri devede kulak kalır.

Tutuklu sanık, avukatını kendi seçemez, örgütün seçtiği avukata savunma yaptırmak zorundadır. Avukatıyla tek başına görüşme yapamaz, yanında mutlaka örgütün bir adamı bulunmak zorundadır. Savunmasını nasıl yapacağına kendisi karar veremez, örgütün çizdiği savunma stratejisi içinde davranmak ve siyasi savunma yapmak zorundadır.

Bütün bu kuralları ihlal edemez. Çünkü ihlal etmenin bedeli çok ağırdır.

Şimdi durum buyken ve bu durum örgüt davalarına girip çıkan bütün avukatlar tarafından yakınen bilinirken, baroların bunu mesele etmeyişlerini yadırgamamak mümkün mü?

Son günlerde, Cezaevleri Protokolü'yle ilgili tartışmalarda, baroların savunma hakkının zedelenmesi konusunda ne kadar hassas olduklarını hep birlikte gördük. Avukatların savunmaya ilişkin belgelerine, bir infaz memurunun bakmasına nasıl şiddetle karşı çıktıklarına, savunmanın gizliliği ilkesine ne kadar önem verdiklerine tanık olduk.

Bu hassasiyeti anlıyorum ve demokrasinin gereği sayıyorum.

Ama aynı avukatların, yıllardır, müvekkilleriyle örgütün "müfettişi" olmadan baş başa görüşme imkânı bulamamalarına sessiz sedasız boyun eğişlerini anlayamıyorum.

Bir sanığın avukat seçme özgürlüğü örgüt tarafından elinden alınmışsa savunmanın kutsallığından nasıl söz edilebilir?

Bir sanık kendini nasıl savunacağına kendi özgür iradesiyle karar veremiyorsa savunma hakkının kullanılmasından nasıl söz edilebilir?

Bir avukat müvekkiliyle baş başa görüşemiyorsa, "savunmanın gizliliği"nden nasıl söz edilebilir?

Gerçek şu ki, bugün savunmayı asıl çökerten, savunma hakkının kutsallığını esas yok eden şey, cezaevlerindeki örgüt baskısıdır.

Bu gerçeği önemsiyorsak, örgüt baskısına zemin oluşturan, cezaevlerindeki tutuklunun yalnızca savunma hakkını değil, bir birey olarak varolma hakkını tamamen yok eden mevcut koğuş sistemini tartışmalıyız.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır