


Dayağın da hayırlısı var..
Videocuların batması, ahalinin
seyredecek korku filmi bulamaz olmasındandır.. Bu işteki terslik şu..
Korku filmlerine dadanıp cinayet tiryakisi olan bizim kuşak, iş çocuk yetiştirmeye gelince "dayağı" şiddetle reddediyor..
Yurdum insanı kafayı şiddetle bozmuş.. Eğer bir yerde, barıştan neyim söz ederseniz sinirleniyorlar.. Güzelliklerden bahsederseniz kızıyorlar.. Şimdi bunu yazdık diye bir eyyam daha kızarlar..
Hizbullah'ın işkence kasetlerini televizyonlara vermeyen hükümet adamlarının kabahatli olması daha dünün işidir..
Şiddetle içiçe olan polis teşkilatının büyükleri bile kasetlerin seyrine durduğunda şok olmuş.. "Bunlar yayınlanırsa vatandaş kendini kaybeder, birbirine domuz bağı yapar.." diyor.. Kulak asan yok!
o o o
Psikiyatristler dahi gayrete gelip "Aman haaa.. Ahalinin zaten fikri bozuk.. Bu kasetleri seyrettirip memleketin kendi halindeki vatandaşlarını Toros canavarına döndürmeyelim.." dediler.. Vatandaşa yaranamadılar..
- "Aman ne iyi? Hükümet adamları bizim ruh sağlığımızı düşünüyor.." diyeceklerine "Nerede kaldı bizim haber alma hakkımız?" deyip, susamış oğlak gibi bağırdılar..
Gazete anketlerinde "İşkence kasetleri televizyondan gösterilsin.." diyenlerin çoğunlukta çıkması tesadüf değil..
Korkunun tiryakisi..
Tercihe bakın.. Şimdi diyecekler ki "Biz bu kasetlerin seyrini ibret olsun diye istiyoruz.." Tövbe yalan.. Keyif alacaklar.. Video salgını varken de böyleydi..
Kimse adam gibi bir film alıp evinde çoluğu çocuğu ile seyretmiyordu.. Herkes evine kucak kucak korku filmi taşıyor; bıçaklı, satırlı, nacaklı sahneleri sabaha kadar titreşerek seyrediyordu..
Görmedikleri korku filmi kalmadı.. Video kulüplerinin batması, ahalinin seyredecek korku filmi bulamaz olmasındandır..
Bu işteki başka bir terslik de şu.. Korku filmlerine dadanıp cinayet tiryakisi olan bu kuşak, iş çocuk yetiştirmeye gelince "dayağın fonksiyonlarını" şiddetle reddediyor..
Tabii bunda psikiyatristlerle bu camianın hasmı olan psikologların da payı var..
- "Aman çocuğunuza vurmayın.. Aman dokunmayın.."
Niye? Çocuk bunalım geçirirmiş.. Dayak ruhunda tedavi edilmez yaralar açarmış..
o o o
Valla ben kendimden biliyorum.. Anam günde beş defadan aşağı olmamak üzere döverdi, en küçük bir bunalımım olmadı..
Hatta dayak sayısı azaldığında "Annem hasta mı?" diye telaşlanırdım..
Biliyorum, şimdi bazıları "Böyle şey olur mu?" deyip dudak bükecek.. Olur, bir annenin benim gibi bir çocuğu olursa, bal gibi olur..
Kımıl zararlısı gibiydim.. Durduk yerde vukuat çıkarır, çevreye hasar verirdim..
John Wayne ile aynı kaderi paylaştığım çok olmuştur.. Zavallı kadın, temizlik yapacağı zaman beni mecburen iskemleye bağlardı.. Bu tekniği John Wayne'in bir filminde görmüş.. Bu sayede can güvenliğimden emin olurdu..
Samatya Hacıkadın sokaktaki evin üçüncü kat penceresine tüneyip, ayakları sokağa sarkıtarak anasının Gelincik sigarasını tüttüren, mahallenin yüreğini ağzına getiren beş yaşındaki bir bebeyi başka türlü nasıl zaptedersin?
Çocukluk arkadaşlarımın durumu da aynıydı..
Anasından babasından dayak yemiyen yoktu.. Ama bir tanesi bile bunalım geçirmedi.. Psikolojisi etkilenmedi.. Ne zaman ki bu psikiyatri bilimi ortaya çıktı.. İşler o zaman karıştı..
Döveceksen tam döv..
Maksadım bilime muhalefet değil, bir gerçeği tespit etmek..
Şimdi soruyorum.. Bir dayak yüzünden çocuğun psikolojisi neden bozulsun?
Cevap basit.. Çocuğu iki üç yılda bir döversen psikolojisi kaçınılmaz olarak bozulur..
Bir kere kabahatin büyüğü "çağdaş" olma gayretindeki günümüz anne ve babalarında.. Çocuklarını sanki yeryüzünde şiddet diye birşey yokmuş gibi yetiştiriyorlar.. Çocuk aile ortamında dahi şiddeti tanımıyor..
Derken birgün bir halt işliyor.. Kontrolünü kaybeden anne ya da baba çocuğa bir tokat aşkediyor.. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını..
Şimdi bu çocuk günlerce, aylarca yediği tokatı düşünmez de ne yapar? Gece gündüz yediği bir tokatı düşünen çocuğun ruh sağlığı nasıl bozulmaz?
Halbuki bize uygulanan dayaklı çocuk yetiştirme tekniğinde böyle bir risk yok..
Diyelim ki öğlen azdın dayak yedin.. Eh, canın yandı tabii.. Biraz ağlarsın.. Anam babam beni sevmiyor mu acep, diye düşünürsün.. Bunlar doğal olarak bunalım halleridir..
O üzüntüyle sokağa çıkar akşam ezanına kadar oynarsın.. Hava kararır anan baban yollara düşer.. Bulup eve getirirler.. Haydi bir dayak daha.. Öğlen yediğin dayağı unutup bu kez akşam yediğin dayağı düşünmeye başlarsın..
Bu böyle, Con Ahmet'in devr-i daim makinesi gibi devam edip gider..
Yenilen her yeni dayak, bir evvelki dayağın ruhsal etkisini götürüp, yenisini düşündüreceğinden vücut bağışıklık kazanır, çocuğun ruh dünyası bunalım tutmaz olur..
o o o
Çocuk ve dayak olayı ne zaman aklıma düşse güzelim Erzurum fıkrasını hatırlarım..
Adamın biri sokağın ortasında çocuğunu öldüresiye dövüyormuş.. Gelip geçenlerden biri "Ula ne ediysen?" diye eline yapışınca, dayakçı baba dert yanmış:
- "Bu namızsız şerefimle oynamıştır.. Para çalmıştır.. Beni rezil etmiştir.. Karıların ardında dolanıp namısımızı üç paralıh etmiştir.."
Baba ile dövülen oğlanın arasına giren adam, gerekçeleri dinleyince babaya kızmış:
- "De bırah yahu.." demiş.. "Ben de cıgara içiy sandım.."
Diyeceğim o ki taşradaki ahalimiz de bu halleri iyi bilir.. Psikiyatristlerin dediğine kulak asmaz.. Ancak şehir yerinin insanı aynı kafada değil.. Psikiyatristlerin gözünün içine bakıyor..
O sebepten toplum böyle gel git akıllı oldu.. Evde şiddeti yasaklarken dışardakinin seyrine durdu..
Bizim Hıncal Uluç'un bir kısım okur tarafından "sevgi insanı" diye tarif edilip, bir kısım hayvansever tarafından "medya canavarı" diye ilân edilmesinin sebebi de budur..
"Horoza taşıttık odunu, kopardık sineğin budunu.." derken ölçülerimiz şaştı..