"Son zamanlarda Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gerçekten iyi diyalogu bozmak isteyen karşıt çevrelerden birçok sinyal geliyordu. Bu güçlerin kim olduğunu işaret etmek zor ama öyle anlaşılıyor ki, her yerdeler."
HADEP'li üç belediye başkanının gözaltına alınması üzerine The New York Times gazetesinde önceki gün yayımlanan kocaman ve gösterişli bir haberin içinde yer alan, Ankara'daki bir AB ülkesinin büyükelçisinin sözleri...
Aynı büyükelçi, "Şu son aylarda Avrupalılar Türkiye'ye karşı gerçekten olumlu bir tutum takındılar, ancak Türkiye'nin içinde işler düzeleceğine kötüye gidiyor gibi gözüküyor." diyor.
The New York Times gazetesinin Amerikan kamuoyu, Kongre ve hatta yönetimi üzerindeki etkisi, Türkiye'nin bizlerin cebinden alıp, para saçtığı lobi şirketlerinin (şu ara yeni bir tanesi ile 1.8 milyon dolara anlaşıldı) etkisinden bin misli fazla. Yazının başlığı "Türkler 3 Kürt Belediye Başkanını Göz Altına Alırken, Barış Umutları Geriliyor." Haberin köşesinde, Diyarbakır Belediye Başkanı Feridun Çelik'in bir de fotoğrafı...
Yani, Türkiye, bu kafayla giderse, AB kapılarının kapanmasından gayrı, o pek güvenilen Amerikan desteği de tehlikeye girer.
Nüfuzlu Amerikan gazetesindeki haber, Feridun Çelik'in hükümet yetkililerinin de katıldığı İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh onuruna verilen yemekten hemen sonra Diyarbakır'da içeri atıldığı ile başlıyor. Şu cümleler de ilgi çekici: "Aralık ayından sonra, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi üyelik için resmen aday kabul etmesi üzerine, Avrupa liderleri Türk ve Kürt milliyetçiliğini uzun ve şiddetli biçimde karşı karşıya getiren duruma bir formül bulunacağı konusunda umutlu olduklarını söylemişlerdi... Ne var ki, son günlerde bu umudun büyük bölümü çöktü. Avrupalı diplomatlar Başbakan Bülent Ecevit'in Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne 2004'te sokma konusundaki ihtiraslı amacının artık tümüyle gerçek dışı göründüğünü belirtiyorlar."
Durum vahim. Türkiye'nin "stratejik yolu"na bazıları "mayın döşüyorlar"; bu, besbelli. Durumun vahametini arttıran, "mayınları temizlemek" ile görevli olanların aymazlığı, hatta "suç ortaklığı"...
Haber doğruysa, Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, İsmail Cem'i arayıp, "Dostça söylüyorum, gözaltılar hoş değil. Bu durum Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyenleri zor durumda bırakıyor" demiş; İsmail Cem de buna, "Türkiye'de yargı bağımsızdır. Yargıya müdahale etmemiz söz konusu olamaz. Ancak Türkiye için ülkenin bölünmezliğinin birinci derecede önemli olduğunu da unutmamak gerekir" karşılığını vermiş.
İsmail Cem'in, bir gün, tıpkı HADEP'li belediye başkanlarının başına geldiği gibi hukuku ayaklar altına alan bir zorbalığa maruz kalmasını temenni etmem. Hukuksuzluğun gün gelip kimi vuracağı belli olmaz. Cem'in de garantisi yok. Çünkü öyle bir rejimde, tıpkı onun gibi ilkeleri korkularına yenik düşen, taşıdığı sıfatın hakkını veremeyen birileri yetkili mevkilerde olurlar ve "Bizde yargı bağımsızdır; yargıya karışamayız" sakızını çiğneyerek, maruz kaldığı zorbalığı es geçerler. Cem'e yazık olmaz mı?
Halkın ezici oylarıyla seçilen Diyarbakır, Siirt ve Bingöl belediye başkanlarına yazık değil mi? Onların, İsmail Cem'den aşağı kalır meşruiyeti var mı? Bu tavırla, bir yandan AB yoluna "mayın döşer" iken, diğer yandan da iç barışa "dinamit koymuyor" musunuz? Bir Dışişleri Bakanı bunu nasıl mazur göstermeye kalkar. "Ancak Türkiye için ülkenin bölünmezliğinin birinci derecede önemli olduğunu unutmamak gerekir"miş... Bu sözlerle, üç belediye başkanı hakkında, kendini yargıç yerine koyarak hüküm verdiğinin farkında değil mi? Ayrıca, "hüküm" de yanlış. Bu belediye başkanlarının "Türkiye'yi bölme" peşinde olduğuna inanacak kimseyi Türkiye'de bulamazsınız; Avrupalı meslektaşlarınıza niçin budala muamelesi yapıyorsunuz?
Bazıları şu kepazeliğe tepki göstereceğine, Avrupalı yetkililerin, Türkiye'ye gelir gelmez İHD Başkanı Akın Birdal'ı ziyaret ediyor olmalarına takmış; "ulusal onur"ları inciniyormuş.
Anlayış meselesi. Örneğin, benim "ulusal onur"um, New York Times'ta çıkan haberlerde ülkemin faşizan bir fotoğraf vermesi üzerine inciniyor.