kapat

19.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Türkiye neden devlet olamıyor?

Devletin Batman'da illegal bir şekilde silahlı örgüt kurması rezaletinin de üstünü örtmeye çalışıyorlar.

Türkiye, "rutin dışı" işlerin devlet eliyle yürütüldüğü bir ülke olduğu için, çağdaş hiç bir toplumun hazmedemeyeceği skandalları da yer, yutar, sindirir.

Lockheed askeri uçak alımındaki rüşvet olayı bir tek Türkiye'de aydınlatılmadı. Susurluk şimdilik kapatıldı. Güvenlik güçlerinin Ulucanlar Cezaevi'ndeki katliamı bir kaç gün önce en ince detaylarına kadar gazetelere yansıdı. Ama ondan da bir sonuç çıkmayacak.

Sabancı suikastının izleri zincirleme ölümlerle yokedilmeye uğraşılıyor. Listeyi uzatmaya gerek yok. Biz, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun "Devletin adam öldürme yetkisi vardır ama bunu başçavuşlar, komiserler, hatta itirafçılar düzeyine indirmeyelim" diye rapor yazdığı, Cumhurbaşkanının da "Devlet rutinin dışına çıkabilir" dediği bir ülkeyiz.

Modern devlet
Türkiye'nin, olaylar karşısında zorlanır zorlanmaz maskesini çıkarıp çetecilik yöntemlerine niye geri döndüğünü, daha doğrusu "yasa ile yönetilen" bir devlet olmayı niye reddettiğini ve bu reddedişi niye bir gelenek haline getirdiğini geçmişe bakarak daha iyi anlamak mümkün.

Batı'da feodalitenin ve kilisenin ekonomik ve hukuksal egemenliği 12. yüzyıldan itibaren yırtılmaya başlar. Değişimi sağlayan "burjuvazi" adlı yeni bir sınıftır. Toplumda uç veren yeni üretim araçlarının sahibi olan sermayedarlar, üretim sürecini garanti altına alacak yeni bir hukuk oluştururlar.

Modern devlet kavramı ise 16. yüzyıldan sonra hız kazanır. Fransız Burjuva Devrimi ile iyice olgunlaşır.

Osmanlı'da ise sermaye birikimine olanak verecek bir feodal toprak düzeni yoktur. Toprakların tek sahibi "Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi" sayılan padişahtır. Küçük mikyasda padişah toprağı ekip biçen özgür köylülerin tüm artığına saray elkoyar. Sermaye birikimini oluşturacak toprak sahipleri sınıfı yoktur. Aristokrasinin eksikliği, zincirin bir sonraki halkası olan burjuvazinin de doğmasını önler.

Burası, Batı'daki Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau, Montesquieu devriminden geçmez.

Anayasal devlet
Sanayileşmenin itici gücünü oluşturan burjuvazi, kendi manifestosunu da 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile yayınlar. Böylece, anayasasında devlet iktidarını sınırlayan kuralların, kişi hak ve özgürlüklerinin yeraldığı "anayasal devlet" doğmuş olur.

Düşünün ki, o tarihten ikiyüz yıl sonra bile bizde, Genelkurmay kendini yargı yerine koyarak ana muhalefet partisini "irticanın kaynağı" olarak suçlayabiliyor. Fransız Devrimi'nin oluşturduğu hukuk bir türlü evrensel düzeyde bir burjuvazi yaratamayan Türkiye'de hâlâ geçerli değil. Bizde "pazusu kuvvetli olanın hukuku" geçerli.

Yasama, yürütme ve yargının ayrıştığı bir devleti bugün bile oluşturabilmiş değiliz.

Bizim 21. yüzılın başında hâlâ yerli yerine oturtamadığımız bu kavramlar Batı'da 18. yüzyıl düşünürü Montesquieu tarafından şekillendirilmiş. Üretim biçimini hiç bir zaman köylülükten koparamayan Türkiye'nin, devlet etme biçimi açısından o dönemden geri olduğunu, "rutin dışı" açıklamasıyla bir defa daha görüyoruz.

Sosyal süreç yaşanmayınca, sosyal sürecin birikimleri de edinilmiyor.

Bizim de bir anayasamız var ama "anayasal devlet" olamıyoruz. O zaman da, bizdeki rejimin "meşruyetini" nereden aldığı sorusu gündeme geliyor. Tarihsel süreç içinde "toplumsal mukaveleyi" reddeden, kuvvetler ayrılığını hiçe sayan ve halkın iradesini göstermelik kılan bir siyasal anlayış ne kadar meşru sayılabilir?

Türkiye akılcı mı?
Devlet, hukuksal bir varlıktır. "Hukuk devleti" de, tüm etkinliklerinde hukukun üstünlüğü ilkesine ve yargı denetimine bağlı kalan devlettir.

Hukukun böylesine önemsenmesi, modern devletin kurucu öğesi olan burjuvazinin sürekli ve düzenli bir üretimi gerçekleştirme mecburiyetinden kaynaklanır. Burjuva toplumu, bir karşılıklı anlaşmalar toplumudur. Bu toplumun dirlik ve düzenliğini kalıcı kurallar sağlar. Bu, kısaca hukuktur. Hukukun kaybolduğu yerde toplumun sağlığı da kaybolur. Sanayileşmiş bir ülkede, sistemin buna tahammülü yoktur. Modern devletlerin kuruluşundaki egemen güç, üretici bir güç olduğu için de, çağdaş hukuk devletlerinde, cumhurbaşkanları "devlet rutinin dışına çıkar" gibi bir laf etmezler, çünkü akıllarına gelmez.

Türkiye ise, hâlâ sanayileşme sürecini tamamlayamamış bir tarım ülkesi. Uluslaşma süreci, padişahtan egemenliği devralan bir heyet tarafından oluşturulmaya çalışılmış. Sermayesi cılız, işçi sınıfı boy atmamış. Toplum, sosyal sürecin olgunlaştırdığı hukuk kavramından nasibini almamış. Örneğin, "hukuk devleti" kavramından ilk kez 1938 yılında Sıddık Sami Onar'ın kitabında sözedilmiş. Bu nedenle de burası hep "silahlı bürokrasinin" egemenliğinde, silahlı bürokrasi de hukukun denetiminin dışında kalmış.

Toplumun üretimi olmadığı için, hukukun üstünlüğüne ihtiyacı yok. Hukukun sağlıklı işlediği toplumlar, kendisini sürekli dönüştürecek bir dinamizme, bireyselliğe ve gelişmişliğe sahip. Türkiye ise üretmeden, padişah hazinesinden ulufe bekler gibi devletten geçinmeye koşullanmış. Üstelik vatandaş ile devlet, illegalite de ortaklık yapmış. Birisi faili meçhule göz yumuyor, diğeri de gecekonduya. Varlıklarını irrasyonel olmaya bağlamışlar.

Hukuksuz toplum
Türkiye'ye, 12. yüzyıldan bu yana gelişen ve sürekli yenilenen bir batı toplumunun düzenli üretimi sağlayan disiplinini getirirseniz, belki de burası bu yapıyı yadırgar. Akılcılık, akılcılığa gereksinim duyacak bir sosyal yapısı olmadığı için Türkiye'yi bunaltabilir.

Burası gerçek bir devlet oluşturmaktan yarar görmediği için, sosyal gelişim düzeyi de bunu zorlamadığından hukuka ve akılcılığa itibar etmiyor.

Neyse ki, yeryüzü var. Türkiye'nin oluşturamadığını, yeryüzü dinamikleri oluşturmakta. Burjuvazi, ulus-devlet kavramları da yerini küreselleşmeye ve dünya vatandaşlığına bırakıyor.

Küreselleşme ve bilgisayarlar, Türkiye gibi sanayileşme sürecini tamamlayamamış, klasik devlet yapısını oluşturamamış, hukuku hayatın içine yerleştirememiş toplumlara da yeni bir şans veriyor.

Dünyanın da yardımıyla Türkiye sağlıklı ve taze bir oluşumun içine çekiliyor.

Şu sıralarda yaşadıklarımız, hukuksuz ve karanlık bir yapının, saydam bir dünyaya ayak uydurmakta çektiği zorluğun sonucu. Değişimi kavrayamayanların, alıştıkları padişahlıkları sürdürme isteklerinin yarattığı rezillikler.

Ama bu da aşılacak.

"Rutin dışına çıkmak" isteyenler biraz üzülecek ama dünya "rutin dışına çıkanların" alıştığı avantaları artık onlara yedirmemeye kararlı.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır