Genç bir adamın Barış Manço'ya yazdığı mektup, bir zamanların çocuk yıldızı Ömercik setlerde ve düzeysizliğe dair bir iki örnek. İşte haberler!...
Bir süre önce refikimiz bir gazetenin ekinde okumuştum haberi! "Mahsun'a aşk tuzağı!" Sıkça rastladığımız bir "atlatma" magazin haberlerinden biri sandım önce.. "Kim kimi falan..." gibisinden..
Bunlar olacaktı tabii.. Ekran ve sahne starlarının ne yapıp ettiklerini elbet bilmeye hakkımız vardı! Ama haberi şöyle baştan aşağıya okuyunca kalbim sızlamış, içim cız etmişti.. Nerden gelip nereye gittiğimizi düşündüm şöyle... Bu "atlatma" magazin haberinin satır aralarında cıvıklığın, pespayeliğin dik alası vardı insanlık adına..
Ve bir magazin olayını değil, insanlık dışı bir "eylemi" haber veriyor, Mahsun'a değil, "insanlığa" kurulan bir tuzaktan sözediyordu... Haberi yazan ya da sayfaya koyan arkadaşlara söyleyecek fazla bir şeyim yoktu; gönlüm, "utanmıyor musunuz ey adiler!" diye başlık atmalarından geçerdi ama hadi neyse..
Evet, kim utanmalıydı, insanlığa kim tuzak kurmuştu? Şimdi, bunun yanıtını, mükerer olarak yazacağım "Mahsun'a Aşk Tuzağı" haberinden(!) sonra siz bulacaksınız..
Efenim.. Her şey, Seren'le Ece Erken arasına kara kedi girmeden önce olup bitmişti! (Bunca yıllık sıkı bir gazete okuruyum; şu, "Seren" adıyla maruf kızcağızın sahne ve ekran aleminde hangi baltaya sap olduğunu hâlâ anlamış değilim! Göğüs ve kalça dekolteli fotoğraf becerisinden başka.. Ece Erken de cin olmadan adam çarpanlardan! Pespayeliğin sınırı yok ki, geçenlerde de bir "eşşek şakası"yla gündeme geldi. Reyting uğruna programına konuk olan Mehmet Ali Erbil'in cep telefonunu canlı yayında cümle aleme duyurdu.. Mehmet Ali Erbil de yutar mı? Çarkıfelek'te Ece Hanım'ın(!) telefonunu verdi. Bu arada Erbil, iki gün önce de yine kendi programında, rollerden birini üstlendiği Kahpe Bizans filmiyle ilgili eleştiride bulunan gazeteci Ayça Atikoğlu için "Bunlar Türk sinemasına düşman, zaten soyadı da bir garip, Türk değil midir nedir?' diye seyirciyle muhabbet(!) etmişti sözüm ona. Yani özetle işin çivisini iyice çıkarmışlardı şov dünyasının iktidardaki üyeleri!)
Neyse.. İki güzel(!) bir gün, Mahsun Kırmızıgül'ün, sosyete güzeli Derin Mermerci'yle tanışmak için can attığını öğrenirler! Ve akıllarına şeytanca bir plan gelir! (şeytanca yerine siz bayağılık ifade eden her türlü kelimeyi koyabilirsiniz) Sesini tanımayacağı bir arkadaşlarına ünlü türkücüyü telefonla aratırlar! Arayan genç hanım, "Ben Derin Mermerci" der demez, Mahsun'da, hoşafın yağı o anda kesiliverir! Ve zokayı yutan balık misali atlayıverir konunun üzerine; "Derin Hanım lütfen buluşalım"
Genç hanım konuşmaya devam eder; Çok özel bir yerde buluşmalıyız!
Kırmızıgül, anında karşılığını verir; Prestij Plaza uygundur!
Derken, Mahsun, sevinçten havalara uçarken, Seren'le Ece de gülmekten yerlere yatarlar! (Hayret, ilk kez farklı bir nedenle yatıyorlar!)
Ve ertesi gün, Seren, yanında çalışan Nijeryalı siyahi hizmetçisi Coy'u bi güzel giydirip, tuvaletinin üzerine tüller, püsküller takıp Mahsun'a göndermeye hazır hale getirir! Randevu saatinde de Derin Mermerci'yi bekleyen Mahsun Kırmızıgül'ün Etiler'deki Prestij Plazası'na giren ve doğru dürüst Türkçe bilmeyen Nijeryalı Coy, Seren'le Ece'nin önceden yazdıkları kağıdı uzatıverir türkücüye! Kağıtta aynen şunlar yazılıdır; "Mahsun Bey, Dün solaryumda biraz fazla kalmışım! Ama renk, ırk, dil önemli değil.'Hem hepimiz kardeşiz' diyen siz değil misiniz!"
Mahsun, adeta bir balyoz gibi başına inen bu gerçek karşısında olduğu yere yığılmıştır!
İşte, utanmazların, arlanmazların ve her saat başı ekranları, sütunları istila edenlerin gözlerinin döndüğü an burası!
Kendi sahte dünyalarında cıvıklık yapmaktan başka kafası hiçbir şeye çalışmayan iki "fotomodelin" ya da iki "beyaz"ın insanlıktan uzaklaştığı an! Hele hele, belki de "sahte geceler"inden birinde giyeceği bir karış dona harcadığı paranın daha azına çalıştırdığı -ten rengi siyah- bir kadıncağızı böylesi "şeytanca" bir oyunda aşağılayan, sere serpe serilen "ev sahibesi"nin zevkten çıldırdığı an!
Evet, haber, Mahsun'un, Seren ile Ece'nin kurduğu tuzağa düşüp alay konusu olmasına rağmen nasıl da "yıkılmadan ayakta durabileceği"yle son buluyor ama hiç kimse sormuyordu; Ne istersiniz "gurbete" çıkmış bir Nijeryalı'dan? Ya da; eyy, sadece teni beyaz ev sahibesi! Her sabah sana sıcak çayını getiren, bornozunu giydiren, jakuzini ısıtan, mutfağını temizleyen ve kirli çamaşırlarını yıkayan genç bir yabancı işçiyi -teninden dolayı- aşağılamaya utanmıyor musun?
Evet, şimdi diyeceksiniz ki, Barış ve Ömercik başlığıyla şu ana kadar yazdıklarının ne ilgisi var? Eee, güzel şeyleri anlatmak için önce "adilikleri" anlatmak gerekir de ondan..
Neyse biz gelelim Barış Manço ve Ömercik'e. Kısa ama özlü gelelim hem de..
Önce son haftalarda adı üstünde güya "fırtına" kopartılan Manço ailesinden sözedelim.. Oğlu Doğukan yaşında genç bir arkadaşın,(Murat Turan) Barış'ın şarkılarından yola çıkarak yazdığı mektubun özetini verelim.. (Bu arada Boyut Yayınları, 1 Şubat 1999'da bu dünyadan göçüp giden Manço hakkında, Lale Manço'nun özenle koruduğu arşivden "81300 Moda" adını verdiği inanılmaz bir VCD-kitap hazırladı, duyurulur. Bir Yudum İnsan'da da Salı akşamı "Şarkılarıyla ve yıllara dayanan fotolarıyla Barış Manço öyküsü var, Lale Manço da konuk..)