"Muz cumhuriyeti" kavramı, bizim gençlik yıllarımızda Amerika'nın kontrolündeki Latin Amerika ülkeleri için kullanılırdı ve alaycı bir anlam taşırdı. Adından başka bir biçimde "cumhuriyet" veya "devlet" olamamışları anlatırdı. Özellikle Orta Amerika'da Meksika ile Güney Amerika'yı birbirine bağlayan kıstaktaki bir dizi küçük ülke bu tanıma uygun düşerdi.
Bu deyişin bunca yıl sonra, Türkiye için kullanılabileceğini hiç düşünemezdim. "Siz, muz cumhuriyeti misiniz" sorusuna bir gün muhatap olabileceğimi aklımdan geçiremezdim. Türkiye, o Kosta Rika, Honduras, El Salvador vs. gibi tek ürün, o da çok kere muz, ülkesi değildi ki...
"Muz cumhuriyet"lerinin, en önemli karakteristiklerinin başında, bu küçük ülkelerin United Fruit Company'nin keyfine ve fiyat politikasına göre, sık sık askeri darbelere sahne olması gelirdi. Bu küçük ülkelerin omuzları ve göğüsleri nişanlarla dolu generalleri ikidebir yönetime el koyarlardı. Onların adları o günlerde de iyi bilinmezdi; şimdi de hatırlayan kalmadı.
Bu arada, "muz cumhuriyeti" yıllarını hatırlatan bir askeri darbe, hafta içinde Ekvador'da gerçekleşti. Harvard mezunu Cumhurbaşkanı Jamil Mashuad, acı bir dille "Demokrasiyi kaybettik" dedi, "Bunun kötü sonuçlarını yıllar boyu çekeceğiz."
Ancak, Ekvador'daki Amerikan Büyükelçiliği, yönetime el koyan üçlü konseyin başındaki general Carlos Mendoza'ya, birkaç kez yaptıkları telefon konuşmalarında, bu gelişmenin "Ekvador'un Amerika'dan, Avrupa'dan ve tüm uluslararası sistemden tecriti ile sonuçlanacağını" kesin bir dille belirttiler. Oysa, o general, Amerikalılara, sürekli olarak, amacın "anayasal düzeni bir an önce tesis etmek" olduğu yolunda güvence veriyordu. Sonuçta, o general bile artık hiçbirşeyin "eski günler"de olmadığının idrakine vardı ve iktidarı birkaç saat içinde bıraktı.
Şimdi Ekvador'da karmakarışık bir durum var. Cumhurbaşkanı Mashuad devrilmiş durumda; yerini alanlar ise iktidarı bıraktılar. Ülke Mashuad'ın yolunu izleyeceğini ilân eden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Gustavo Noboa'ya teslim edildi. Yani, muz cumhuriyetleri bile artık "muz cumhuriyeti" sayılamayacakları bir uluslararası ekonomik ve siyasi yapının içindeydiler. O yüzden, muhatabım bana "Siz muz cumhuriyeti misiniz" sorusunu sorduğunda kızgınlıktan ziyade bir şaşkınlık içine girdim.
Özel bir sohbet içinde cereyan eden bir diyalog olduğu için muhatabımın adını vermeyeceğim ama Amerika'da Türkiye politikasının formüle edilmesinde sözü dinlenen, Türkiye'yi yakından izleyen ve gerek Amerikan entelektüel ortamında, gerekse uluslararası siyaset sahnesinde saygınlığı olan biri olduğunu ifade etmekle yetineyim...
Doğal olarak, "Ne demek bu, niçin" sorusunu yönelttim...
"Eğer" dedi, "bir ülke, tek bir kişi için anayasa değişikliği yapmaya kalkışırsa, bir 'muz cumhuriyeti' imajı vermiş olur. Tek bir kişi için anayasa değiştirilir mi? Anayasa, bir devletin temel ilkeler bütünüdür. Koskoca bir devlet, tek bir kişiye ayarlı olabilir mi? Şayet olursa, o vakit, 'muz cumhuriyeti' gibi algılanmaya da hak kazanır."
İşte bu hiç aklıma gelmemişti. Bunun kesin olmadığını, olsa bile bunun Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesinin garantisi olmadığını anlatmaya kalkışmadım bile. Çünkü, anlatmak istediği bambaşka bir şeydi.
Tersine, Türkiye'nin nasıl akıl almaz bir "hukuk patinajı" yapmakta olduğunu düşündüm. Ta, 1876'ya uzanan "anayasal birikim"in bugün dayandığı nokta, "hukuk devleti" olabilme hedefinin ne kadar bayağılaştırıldığını ve 2000 yılında sicili hiç de göz kamaştırıcı olmayan birisinden medet umma noktasına zorla iteklendiğini yansıtıyor.
İşin en vahim tarafı, bunun "dışarıda" farkedilmiş olması ve "Siz, muz cumhuriyeti misiniz" sorularının sorulmaya başlanması. Tabii bu soru sorulur ve bir de cevabı da olumlu olursa, şu hassas "ekonomik geçit"te Türkiye'yi ayağa kaldırması için umulan dış yatırımlar da gerçekleşmez. Bir anlamda, "istikrar gerekçesi" tam da tersine "istikrarsızlık" gerekçesi haline dönüşebilir.
Benim muhatabım kadar açık sözlü birileri varsa, bunu belki Davos'ta Bülent Ecevit'e de anlatırlar...