Zirveden çıkan uzlaşma
Bu zirve çok konuşulacak... Madem çok konuşulacak, öyleyse "ayrıntılara" girmekte fayda var.
"Başından" başlayalım.
Zirveyi Ecevit açtı.
Açış konuşması "iki boyutlu."
Birinci boyut "MİT ne diyor?.. Hukuk ne diyor?"
İkinci boyut ise "Ecevit'in bakış açısı... Yorumu."
Bülent Bey "bir mütalaalar demeti" diye nitelendirilen birinci boyuta nokta koyduktan sonra...
"Kendi görüşünü" şu sözlerle açıkladı:
-... Bu durumda... Bence... Öcalan dosyasının Başbakanlık'ta beklemesinde hukuken hiçbir sakınca yoktur.
DEVLET BAHÇELİ
Ecevit, konuşmasını bitirince Devlet Bahçeli ile Mesut Yılmaz'a baktı.
"Hanginiz konuşmak isterseniz" dercesine... Bahçeli "izin verirseniz" diye başladı.
Ve 25 dakika konuştu.
Üzerinde çok çalışılmış, iyi hazırlanmış bir konuşma.
"Konu" dedi:
- Bu adamın asılıp asılmamasından çok daha önemli.. Çok daha ciddi.
Bahçeli'nin konuşması "bölüm bölüm."
"Madde madde."
Maddeler içinde "HADEP'li belediyeler" maddesi bile var.
Örneğin:
-... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden tedbir kararı çıkar çıkmaz... HADEP'li belediyeler "asılmasın" diye bildiri yayınladılar... Sağda, solda "siyasi çözüm" lafları edilmeye başlandı... Yani bunlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin zaafı gibi bir izlenim yaratmıyor mu?
Bahçeli de konuşmasının sonunda, Ecevit gibi "bence" dedi:
- Bu büyük meseleyi Yüce Meclis'in takdirine sunalım... Parlamentomuz ne diyorsa... Onu yapalım.
MESUT YILMAZ
Bu kez söz Mesut Yılmaz'da:
- Sayın Bahçeli'nin değerlendirmelerini yadırgamıyorum... Terör konusundaki analizi isabetli... Bölücülüğe karşı olan hassasiyetini aynen paylaşıyorum... Türkiye'nin bölücü terörle mücadelesi kaçınılmaz. Fakat... Bu toplantıda... Şu anda... Bir araya gelmemizin nedeni bu değil... Bir hukuki süreç var... Ne yapacağız?.. Hukuki süreci bekleyecek miyiz, beklemeyecek miyiz?
Mesut Bey'in söyleminin sonu:
- Tabii bu arada çok önemli bir husus daha var... Hukuki süreci beklerken, meselenin aslını gözden kaçırdığımız izlenimini vermeyelim... Sayın Bahçeli'nin ifade ettiği gibi, Türkiye'yi zaaf içinde göstermeyelim.
İRTEMÇELİK
İsmail Cem, Hikmet Sami Türk ve Mehmet Ali İrtemçelik, zirvenin, "teknik konuşmacıları."
Daha ziyade "hukuk ne diyor?" sorularına ayrıntılı yanıtlar verdiler.
Hüsamettin Özkan ise...
Zirvede "en çok araya giren" hükümet üyesi.
"Tıkanıklığa doğru bir gidiş" sezince.
Hemen gündeme "yeni sorular" getiren...
"İşin şu boyutu da var" gibi, yeni pencereler açan, "uzlaşmacı" bir isim.
"Diplomasi kökenli" Devlet Bakanı İrtemçelik "teknik konuşmanın" içine "siyasal boyut" katmakta hayli başarılı bir devlet adamı.
Örneğin...
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusunda ayrıntılı bilgi verdi.
Sonra... Devam etti:
- Türkiye, Avrupa Mahkemesi'nin kararına uyarsa ne olur, uymazsa ne olur?... Avrupa'nın çağrısına uyulması demek, infazın kesinlikle yapılmayacağı anlamına mı gelir?.. Açıkça söylemeliyim ki gelmez... Hal böyle iken bu işin içinden, Türkiye'nin menfaatlerine en uygun şekilde nasıl çıkabiliriz?
İrtemçelik "bir taşla birkaç kuş vurma" yanlısı.
İstiyor ki "hem Avrupa hukukuna uyulsun."
Hem "iç kamuoyu tatmin olsun."
Ve hem de...
"Türkiye'nin çıkarları en iyi şekilde korunsun."
Bütün bunlar "nasıl" olacak?
İrtemçelik, zirvede "zaman" dedi:
- Zaman çok önemli... Zamanı iyi kullanalım.
BAHÇELİ'NİN SORULARI
Bahçeli ise toplantının "en çok soru soran" ismi.
Öcalan'ın adını bile ağzına almak istemedi.
Ama soru sorarken, Öcalan'dan bahsetmesi gerekiyordu.
Devlet Bey buna da "formül" buldu.
Örneğin, şöyle bir soru:
-...Yani adam, İmralı'dan beyanname yayınlamaya devam mı edecek?
Veya...
- Adam, avukatları aracılığıyla her gün konuşuyor... Gazetelere beyanat veriyor?... MED TV'e çıkıyor... Olur mu böyle şey?
Ya da...
- Benim tüylerim diken diken oluyor!.. Sayın hükümet üyeleri, sizin tüyleriniz diken diken olmuyor mu?
"MÜELLİF"
Zirvenin sonunda denildi ki:
"Öyle bir metin ortaya çıksın ki... İki ihtiyacı da karşılasın."
Birinci ihtiyaç, "Bahçeli'nin seslendirdiği ihtiyaç."
Kamuoyunun "heyecanı."
Şehit ailesinin "kanayan yarası."
"Türkiye zaaf mı sergiliyor" görüntüsünün verilmemesi.
İkinci ihtiyaç ise...
"Hukuka... Avrupa hukukuna" uyulması. Bu aşamada İrtemçelik dedi ki:
- Yani öyle bir metin ortaya koyabilmeliyiz ki "ehem ile mühim" bir araya gelsin... "Eğri de, doğru da" yerli yerine oturtulsun... İçeriye, dışarıya, herkese, en doğru mesaj verilsin... Ve özellikle de Türkiye'nin mütereddit olduğu, hükümetin zihninin karışık olduğu gibi bir izlenim doğmasın.
İrtemçelik'in bu konuşması öylesine "derleyip, toparlayıcıydı" ki...
Hüsamettin Özkan "hay aklınla yaşa" gibisinden bir yüz ifadesine büründü...
Sanki...
"Başbakan'ın okuyacağı metni, İrtemçelik kaleme alsın... Zirvenin duygusunu o kağıda döksün" der gibiydi.
Ve "görev" İrtemçelik'e verildi.
Ecevit'in "naklen yayınlarda" seslendirdiği... Bütün dünyanın kulak verdiği metnin "müellifi" İrtemçelik oldu.
TEBRİKLER
Zirveyi kutluyoruz.
Hem "böyle bir bildiri" çıkardıkları için.
Ve hem de...
"Farklı siyasal kimliklerin sergilendiği hükümet içi dayanışma... Uzlaşma" için.
Zirve dumanaltı
Zirveye katılanların sigara ile ilişkileri: Bülent Ecevit : Tiryaki
Devlet Bahçeli : Tiryaki
Mesut Yılmaz : Tiryaki
Cumhur Ersümer : Eski tiryaki... 25 yıl içip bırakmış
Hüsamettin Özkan : İçmiyor
Mehmet Ali İrtemçelik : Tiryaki
İsmail Cem : Tiryaki
Hikmet Sami Türk : İçmiyor
Ahmet Kenan Tanrıkulu : Tiryaki
***
Dokuz kişiden "altısı" tiryaki ama...
Hepsi de 'zirve sırasında' sigara içmedi.
Tiryaki olup da, zirvede sigara içmeyen iki isim var.
Devlet Bahçeli "Ecevit'in yanında" sigara içmedi.
MHP'li Ahmet Kenan Tanrıkulu da "Devlet Bahçeli'nin bulunduğu ortamda sigara içmediği" için...
Zirvede de içmedi.
Zirveye zaman zaman "kısa bir ara" vermek gerekince...
Ecevit "izin verirseniz" diyerek, bir, iki telefon etmek için, makam odasına geçince...
Bahçeli hemen cebinden sigara paketini (Tekel-2000) çıkardı.
Ecevit gelene kadar içti.
Tanrıkulu için ise...
"Yasak" sürüyordu.
Zira, Genel Başkanı Bahçeli hâlâ odadaydı.
***
Galiba en zor durumdaki kişi, Cumhur Ersümer'di.
"İki koyu tiryakinin" arasına düşmüştü.
Bir yanında Mesut Bey "Beyaz Marlboro" tüttürüyordu.
Diğer yanında İrtemçelik "Kırmızı Marlboro."
Ersümer'in İstanbul'a gitmesi gerekiyordu.
Zirvede fazla kalmadı.
Ama, salondan çıktığında tam "dumanaltıydı."
Çaylar şirketten
Çay, çay, çay... Biraz sonra yine çay.
Toplantıya "on beş dakikalık" ara.
Ardından çay, çay, çay.
Saatler geçti.
Çay bir daha, bir daha, bir daha demlendi. Sonunda herkes birbirine bakmaya başladı.
"Başka bir şey yok mu" dercesine.
Ve bu sırada kapı açıldı.
"Başka bir şeyler" geldi.
Suböreği, baklava ve şöbiyet.
İşte bu sahne toplantının "en rahatlatıcı" sahnesiydi.