Yalnızca Türkiye'nin değil, hemen tüm dünyanın gerçekleşmesinden korktuğu dijital kıyamet neydi ki?
Bir teoriye göre, bilgisayar sistemleri; daha önce "o"na göre düşünülüp programlanmadığı için, 1 Ocak 2000 tarihini algılayamayacaktı.
31 Aralık 1999'dan sonra otomatik olarak 1900'e dönecek ve 1 Ocak 2000 yerine 1 Ocak 1900 belirecekti ekranlarda...
Söz gelimi, bankadaki hesabınız için 1 Ocak 1900 tarihi esas olacak ve sizin de doğal olarak o tarihte bankada paranız olmadığı (ve siz dahi dünyada olmadığınız için) hesabınız silinecekti.
Yani, para yerine hava alacaktınız.
Tabii bu sonuç sizi yakından ilgilendirse de, dijital kıyametin yol açacağı belki de en küçük sakıncaydı.
Örneğin, nükleer füzelerin rampalarından kendiliğinden fırlaması tehlikesi, ciddi ciddi korkulan bir olasılıktı.
Neyse ki, korkulan olmadı.
Bilgisayarlar "1 Ocak 2000"i doğru algıladı.
Dijital kıyamet gerçekleşmedi.
Algılama sorunu çözülmüştü..
Bütün dünyanın; 1 Ocak 2000 tarihinde yeni yüzyılın ve yeni binyılın -gerçekte- başlamayacağını bile bile görkemli törenler düzenlemesi yalnızca "tüketim" merakıyla açıklanabilir miydi?
2000'e yüklenen simgesel anlamlar ve 2000'le birlikte yeni bir çağ dönüşümünün işaret edilmesi, ağır basan faktördü.
İnsanlık, "yeni bir gelecek" arıyordu. Geride kalan bin yılın; özellikle son yüzyılın hatalarının tekrarlanmayacağı bir gelecek..
Aslında, "yeni dünya düzeni" ya da "globalleşme" kavramlarıyla tanımlanan değişim süreci kesintisiz işliyordu.
1 Ocak 2000, bu sürecin yeni bir momentum kazanacağı ve keskin virajın dönüleceği ve tarihe bu anlamda not düşüleceği bir zaman kesiti olarak önemliydi.
Törenlerin görkemi, verilen önemi kanıtladı.
Hele törenlere liderlerin üst düzey katılımı ve daha da önemlisi verdikleri mesajlar, "yeni çağ" dönüşümünün altını çiziyordu. Yani, özeti şu ki; dünyanın büyük bir bölümü, 2000'i doğru algılamış görünüyor. Zihinlerdeki bilgisayarlar 2000'i gösteriyor.
Dijital kıyameti atlatan "o" dünyada bir toplumsal kıyamet tehlikesi de söz konusu değil...
Ne yazık ki, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu "öteki" dünyada ise 2000'in algılanmadığı, algılanamadığı görülüyor...
Ya da; geride kalan yüzyılların çatışma alanlarında taraf olanların mevcut pozisyonlarını korumakta inat ettikleri gözleniyor.
Zihin bilgisayarlarında "kıyamet"in ayak sesleri duyuluyor.
1 Ocak 2000 geceyarısı; onların takvimleri, 1 Ocak 1900'ü gösteriyor.
Sorun sadece; Batıda olduğu gibi, "milenyum kutlamaları"nda liderlerin boy göstermemesi değil...
Yeni binyıl heyecanını toplumla paylaşmamaları da değil...
Hatta, o heyecan hissedilmediği için "Türkiye'nin şanına, tarihine ve coğrafyasına" layık bir kutlama yapılamaması da değil...
Düşünün ki; bugün insanlığın belleğine kazınan o simgeler arasına; yani Eyfel'in, yani Trafalgar'ın, yani Brandenburg Kapısının, yani Washington Monument'in arasına, Asya'dan Avrupa'ya ışıkların gökyüzünde çarpıştığı Boğaz Köprüsü fotoğrafı katılabilirdi... Altında ışıktan yükleriyle binlerce gemi... Ne yazık ki Sydney'deki sıradan bir köprü, bu fotoğrafın yerini aldı tarihin arşivlerinde...
Bütün bunlara rağmen; yapılamayanlar için bir özür bulabilirsiniz.
Çok geçerli olmasa da "deprem acısı" deyip bağrınıza taş basabilirsiniz...
Nihayet, içimizde bir "ukde", bir heves kalır belki ama, bundan da kıyamet kopmaz.. Ama, zihinlerimizin 2000'i bir türlü algılayamamasından pekala kıyamet çıkabilir.
2000'in daha ilk günlerinde izlediğimiz tartışmalar, okuduğumuz yazılar, dinlediğimiz konuşmalar, bazılarının takvimlerinin, hala 1900'leri gösterdiğini anlatıyor.
"Dijital" kıyamet dediğiniz sonuçta bir "sayısal kaza"dır.
Öteki kıyametin yol açacağı sonuçsa, herkesi etkileyecek olan bir "siyasal kaza"dır ki, berikinden çok daha önemlidir.