Türk kamuoyu, uzun yıllardan bu yana, sanki Dünya Türkiye'den ibaretmiş gibi tuhaf bir koşullanmanın içine hapsedildi...
Sanki Dünya'nın Türkiye üstünde hiç bir etkisi yoktu ve Türkiye yöneticileri; ülke çıkarları neyi gerektiriyorsa, ona en uygun kararları özgür ve bağımsızca alıyorlardı...
Acaba gerçekten bu böyle miydi?
"Ülke çıkarları"ndan kasıt neydi? Yönetenlerin çıkarları mı; yönetilenlerin çıkarları mı; finans gruplarının çıkarları mı; aylıklı kesimlerin çıkarları mı; merkezi otoritenin çıkarları mı; yerel yönetimlerin çıkarları mı? V.s..
Çıkarları birbirinden çok farklı olan bütün bu değişik kesimleri aynı torbanın içine koyup; üstüne de "ülke çıkarları" etiketini yapıştırmak, acaba ne kadar uyuyordu toplumsal gerçeklere?
Bu açılardan bakıldığında, son 200 yıllık dönemin rontgeni, hiç mi hiç çekilmedi Türkiye'de... Ve kamuoyu, sanki Dünya Türkiye'den ibaretmiş gibi tuhaf bir koşullanmanın kuyusuna itildi..
Epey bir zaman önce, Emekli Dz. Kur. Kd. Alb. Tuncer Büyükonat; daha Ön Yzb. iken yapmış olduğu, "Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihçesi"yle ilgili bir çeviriyi gönderdi bana..
Bu önemli tarihçe; Ortadoğu ve Türkiye hakkındaki çalışmalarıyla ünlü, Ortadoğu Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi Harry N. Howard tarafından yazılmış ve "The Middle East Journal" dergisinin yaz-1976 sayısında yayınlanmış...
Doğrusu çok çarpıcı bir terihçe, Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihçesi... İlk ilişkiler 1767'de başlamış. Amerikalı tacirler, ticari seferler düzenlemeye başlamışlar Osmanlı İmparatorluğu'na...
1774'de Amerikan Kongresi, ABD'nin sonradan 2. Başkanı olan John Adams'ı, Kongre üyesi, ünlü fizikçi Benjamin Franklin'i ve ABD'nin sonradan 3. Başkanı olan Thomas Jefferson'u, dış ilişkileri genişletip güçlendirmekle görevlendirdiği zaman; Osmanlı İmparatorluğu da, kendisiyle ilişkiler kurulması için konuşmaların başlatılması gereken devletler listesindeymiş.
1786'da John Adams, o zamanki Fransa Dışişleri Bakanı Vergennes ile, Osmanlı İmparatorluğu hakkında çok önemli bazı müzakerelere girişmiş.
1799'da, ABD, Portekiz'deki ünlü diplomatı William Smith'i, bir takım ticaret ve dostluk antlaşmaları imzalaması için İstanbul'a atamış.
Ancak bu atama, Napoleon'un Mısır'ı işgali sonucu, gerçekleşememiş.
9 Kasım 1800'de ilk kez, Komodor William Bainbridge komutasında, George Washington askeri gemisi gelmiş İstanbul'a..
Amerika iç savaşı sırasında Boston'lu bir tacir olan William Lee Perkins, İzmir'e gelip yerleşmiş. 1785'den itibaren İzmir incirleri Boston'da satılmaya başlamış.
1811 Ağustos'u ile 1820 Kasım'ı arasında İzmir'e her yıl ortalama 13 Amerikalı tacir geliyormuş.
Türk Boğazları'ndan geçerek Karadeniz'e çıkan ilk Amerikan gemisi de Boston limanına kayıtlı Calumet teknesi...
1802'de William Steward ilk Amerikan Konsolosu olarak İzmir'e atanmış... Ancak gerçek Konsolos'luğu, 14 yıldan beri İzmir'e yerleşmiş olan David Offley, 1824'de üstleniyor.
1835'de Nicholson L. Ferrich, Bursa'ya atanmış Konsolos olarak...
Başkan Thomas Jefferson, Akdeniz'de sürekli bir Amerikan donanmasının bulunmasına karar veriyor. Böylece 6. Amerikan Filosu'nun çekirdeği de kurulmuş oluyor.
1826'da Amerika Dışişleri Bakanı Henry Clay, Arapça yanında Türkçe de öğrenecek genç diplomatların yetiştirilmesini ve bunların, gerek Akdeniz'deki, gerek Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Konsolosluklar'a yerleştirilmesini istiyor.
7 Mayıs 1830'da, 10 yıllık bir müzakereden sonra İstanbul'da, ABD ile "Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması" imzalanıyor.
20 Ekim 1827'de Osmanlı Donanması Navarin'de batırıldıktan sonra, Osmanlı Hükümeti, Amerikan tersanelerinde yeni savaş gemileri yaptırmak için Amerikan Senatosu'na gizlice başvuruyor. Bu arada 1000 ton ağırlığındaki 26 toplu "The United States" korveti 150 bin dolara Osmanlı İmparatorluğu'na satılıyor ve Amerikalılar Haliç'de Aynalıkavak'da 15 Amerikalı teknisyenin de çalıştığı bir tersane kuruyorlar. Tersanede ayrıca 600 kadar Türk, Yunan ve İtalyan da çalışmada...
İlk fırkateyn 18 Mayıs 1836'da denize indiriliyor. Bunu 21 Ağustos 1837'de bir başka fırkateyn, onu da 20 toplu bir brig ve birer toplu 2 tekne izliyor.
1830'da Komodor David Porter, İstanbul'da ilk Amerikan elçisi oluyor.
Bir de ABD'nin 19. Yüzyıl'ın ikinci yarısında, eğitim alanındaki girişimleri var Türkiye'de..
Görülüyor ki, ABD ile olan ilişkilerin tarihi bir hayli eskilere ve derin köklere dayanıyor..
Bugün ABD, globalleşme sürecinin bayraktarı... Türkiye'yi de aynı sürecin içine almak için çaba harcıyor...
O nedenle Türkiye 21. Yüzyıl'ın da gerisinde kalamayacağa benziyor bu kez... Ayrıca çağdaşlık, tüm toplum kesimleriyle birlikte -iç talancılar hariç- ülke çıkarlarına da uygun; öyle değil mi?