FARUK TÜRKOĞLU
Yüzyılın en ünlü yönetim bilgini Peter Drucker, sivil toplum kuruluşlarının gelişme nedenini şöyle açıklıyor: "Devlet, her vatandaşın aktif olarak katılımı mümkün olmayacak kadar büyümüş, karmaşıklaşmış ve uzaklaşmıştır... Birey sivil toplum kuruluşlarında, gönüllü sıfatıyla etkin vatandaşlığını keşfedebilir, farklılığını ortaya koyabilir, denetimini yeniden sağlayabilir."
Devlet bir uçak gemisi gibi etkili ancak geç hareket eden bir örgütsel yapıya sahip. Sivil toplum kuruluşları (STK) ise bir muhrip gibi hızlı. Şirketler dünyasında da aynı farkı görüyoruz. Dev şirketler, bir fil gibi ağır reflekslerle karar alırken, birçok orta büyüklükteki şirket, bir panter gibi atak ve çevik hareket ederek pazar payını artırabiliyor. Bu nedenle 21. yüzyılda sivil toplum kuruluşlarının önemi ve görevleri hızla artacak. Türkiye'de her aksaklıkta "Nerede bu devlet?" diye çığlık atmanın bir çözüm getirmediğini görenler örgütleniyor, sosyal içerikli görevler üstleniyor. Ancak bizde demek veya vakıf adı altında örgütlenen sivil toplum kuruluşları, Avrupa ve Amerika'da olduğu kadar yaygın bir etkinliğe sahip değil. Kızılay ve Türk Hava Kurumu gibi kuruluşlardaki yolsuzluklar bu tür kuruluşlarda önemli yönetim sorunları yaşandığını gösteriyor. İşe önce Türkiye'deki sorunların bir dökümü ile başlayalım:
- Bazı STK'lar belirli bir siyasi görüş, parti veya ideolojinin yan kuruluşları gibi çalışıyor. Görünürdeki amaçlarının dışında işler yapan bu kuruluşlar üye tabanını geliştiremiyor ve işlevsellik kazanamıyor.
- Belirli bir alanda her farklı dünya görüşünün ayrı bir örgüt kurması ile ortaya çıkan parçalanma etkinliği azaltıyor. Bu kuruluşlar rakip kuruluşlar ile mücadele edip üye kazanmaya ağırlık verince, esas amaç gölgede kalıyor.
- Bu kuruluşlar devletten daha etkin ve şeffaf olmak zorunda oldukları halde dış dünyaya kapanıyor. Atilla Karaosmanoğlu, bu kuruluşların uymak zorunda olduğu ana ilkeyi şöyle açıklıyor: "Sivil toplum kuruluşları, örgütleri, devlette görmek istedikleri kadar, demokratik, katılımcı, şeffaf ve etkili bir düzeni kendi yapılarında kurmalıdır." Gerçek hayatta ise siyasi partilerdeki delege sistemine benzer bir sistemle, STK yöneticilerinin topluma ve üyelerine hesap vermeden yıllar boyu görevlerinde kaldıkları görülüyor. Şirketlerde kazanç ve pazar payı göstergeleri ile performans kolayca ölçülebiliyor. Sivil toplum kuruluşlarında (STK) ise performans ölçümüne yeterince önem verilmiyor. Bu kuruluşları üye sayıları belli değil. Yöneticiler, yaptıklarının hesabını üyelerine ve kamuoyuna verme ihtiyacını duymuyor.
- Tabela örgütü gibi çalışan bir bölüm kuruluş ise üye ve gönüllü toplamak için yeterince çalışma yapmıyor.
- Üye ve gönüllülerin kendilerinden beklenen sosyal hizmeti yapmak için sürekli olarak eğitilmesi gerekiyor. Oysa bir bölüm STK yöneticisi, hizmet için iyi niyeti görüyor.
- Bazı STK üyelerinin gönüllü olmayı ve göreceli olarak düşük ücret düzeyini vasat bir verime gerekçe olarak göstermeleri, kuruluşun iyi çalışmasını önlüyor.
- Günümüzde, STK'nın bir sanayi işletmesi gibi ve profesyoneller tarafından yönetilmesi gerekiyor. Uygulamada ise STK yöneticiliği, emeklilerin boş zaman faaliyeti veya genç yöneticilerin amatör bir sosyal hizmeti gibi görülüyor.
- Bağış toplanırken genellikle duygulara seslenen geleneksel yöntemler kullanılıyor.
- Hayırlı bir davaya gönül verenlerin bir araya geldiği bu tür kuruluşlarda, ikna ve konsensüse dayanan bir yönetim biçiminin egemen olması şart. Otokratik ve sert yönetimin stilleri, bu kuruluşları felç ediyor.
- STK örgütlenmelerinde tüm ağırlık genel merkeze veriliyor ve üyelerin buluşma yeri olacak lokallerin oluşturulması ihmal ediliyor. Örneğin İstanbul gibi uzunlamasına büyüyen bir kentte, bu durum üyelerin katılımını zorlaştırıyor. Örneğin Beykoz'da oturan bir STK üyesinin, Aksaray'daki merkeze herhangi bir akşam uğraması neredeyse imkânsız.
Devlet ve özel sektörden sonra üçüncü sektör olarak nitelenen bu kuruluşlar. Türkiye'nin gerçek bir sivil toplum olmasına büyük katkılarda bulunmaya aday görünüyor. Ancak bu kuruluşların da kamuoyunun ve üyelerinin eleştiri ve önerilerine dikkate alarak yeniden yapılanmaları ve yeniden örgütlenmeleri şart. Aynı konudaki örgütlerin birleşmesi veya koordinasyon içinde çalışması ise büyük bir sinerji yaratabilecek. Gelecek 10 yılda sivil toplum kuruluşlarının gerçek bir üçüncü sektör kimliğini kazanacak atılım yapabilecek bir potansiyele sahip görünüyor.
Yediden yetmişe herke, bir sosyal alanda elinden gelen hizmeti yaptığında, Türkiye'de demokrasi daha da derinleşecek hayatımız daha yaşanır hale gelecek.
- Yalnız hayırlı bir dava ve iyi niyet yetmez. Üçüncü sektör bir işletme gibi ve amaçlarına uygun bir şekilde yönetilmeli.
- Sivil toplum kuruluşunun yönetim kurulu ile genel müdürlüğü muhakkak ayrı olmalı ve her iki kademenin görevleri açık-seçik belirtilmeli.
- Yönetim kurulu, hizmet verilen kitledeki insanları arada bir ziyaret etmeli, görüş ve önerilerini almalı.
- Her üyenin nerede hizmet verebileceği titizlikle incelenmeli. Üyeler ve STK elemanları sürekli olarak eğitilmeli. Her üye ya bir konuda eğitmenlik yapmalı ya da başka bir konuda öğrenci olmalı.
- Bağış toplayan "piyadeler" dikkatli bir şekilde seçilmeli, eğitilmeli ve ellerine üstün kaliteli tanıtımın broşürleri verilmeli. Bağışların toplanmasında (fund-raising), çağdaş yöntemler ve etkili kampanyalar düzenlenmeli.
- Şirketlerden farklı olarak STK, topladığı paranın sahibi değil, emanetçisi ve yed-i emini gibidir. Bu nedenle hesaplar şeffaf olmalı.
- Gönüllerin yönetim ve eğitiminde iyi niyeti amatör değil ücretsiz uzman personel kullanılmalı.
- Bu kuruluşlarda "hedefe göre yönetim" ilkesi uygulanmalı. Standartlara uygun bir performans göstermeyen yöneticiler, hizmet dışı bırakılmalı. Başarısızlık "hayırlı bir davaya gönül verip hizmet etme" gerekçesiyle hoş görülmemeli.