"Başkan Yeltsin, hayatımın en heyecan verici tecrübelerimden birini, daha Başkan olmadan bir dünya vatandaşı iken, Moskova'da o tankın üzerine çıktığın sırada yaşadım. Rus halkının özgürlüğünü elinden almaya çalışıyorlardı ve sen o tankın üzerinde orada dururken, o insanlara, bunu yapabilmeniz için önce beni öldürmeniz gerekir dedin. Seni Cumhurbaşkanı seçmeyip hapse atsalardı, bu masanın etrafında bugün bulunan tüm ülkelerin liderleri senin ve Rusya'nın özgürlüğü için dikileceklerdi. Ve, bu Rusya'nın içişleridir, bizi ilgilendirmez demeyeceklerdi."
Amerikan Başkanı Bill Clinton'un bu cümleleri, herhalde, İstanbul AGİT Zirvesi'ni yakın tarihin unutulmaz uluslararası toplantılarından biri olarak kayda geçirmeye yetmiştir. Bu sözlerde yüzyılın kapanışı ve gelen yeni yüzyılın ilkeleri var. Marcus Antonius'un Julius Sezar'ın ölüsü önünde yaptığı konuşma kadar, zamanı aşıp gelecek kuşaklara uzanacak kadar dramatik bir polemik konuşması...
Ve, bu cümlelerin ardından gelen şu son cümleler: "Konuşmama son verirken şunu söyleyeyim: Burada Türkiye'deyiz. O yüzden, burada Çeçenistan'ı düşünmek, bu konular üzerinde düşünmek, Kafkaslar'daki çatışma hakkında, Balkanlar'daki hakkında düşünmek uygundur. 21.Yüzyıl'ın geleceği birçok bakımdan Asya ve Avrupa'ya ilişkin geleneksel nosyonlar, İslam dünyası ve Batı, topluluğumuzun istikrarlı, müreffeh ve demokratik bölümü ile temel insan güvenliği ve özgürlüğünü inşa etmek için halâ mücadele etmekte olanlar arasında uzanan bu geniş bölgedeki gelişmelere bağlıdır."
AGİT toplantısı ve işte tam da bu cümleler, Türkiye'nin önündeki yılları da bağlamıştır. Türkiye'nin 21.Yüzyıl'ı, İstanbul AGİT Zirvesi'ndeki, Amerika (Batı) ve Rusya arasındaki ilân edilmemiş bu "stratejik çekişme" ile belirlenmiş ve Türkiye'nin kaderi adeta bağlanmıştır.
Aynı gün, Amerika'nın "şehadeti"nde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Kazakistan arasında bir "siyasi irade beyanı" anlamında Bak-Ceyhan'ın imzalanmış olması da, Rusya'nın Çeçenistan saldırısına bir cevap niteliğindedir.
Esasen, Rusya'nın Çeçenistan saldırısı da, Hazar ve Hazarötesi enerji yollarının denetimiyle birebir ilgilidir. Ruslar, Çeçenistan soykırımından caydırılmazsa, son derece "frajil" durumdaki Gürcistan'ı destabilize edeceklerdir. Gürcistan'ın Abhazya ve Acaristan (merkezi Batum, bizim sınıra bitişik) zayıf halkalarıdır. Rusya helikopterlerinin Gürcistan hava sahasını son günlerde aşıp, Gürcü köylerine ateş açması bir raslantı değildir.
Aynı şekilde Dağıstan üzerinden Azerbaycan baskı altında tutulacaktır. Bak-Ceyhan yolunu kesmek ve Kazak petrollerinin rotasını değiştirmek için Kafkasya'yı kendi nüfuzu altına almak için her yolu deneyecektir.
Tarih, Rusya'nın Orta Asya'ya ilerleyişinin "stratejik rampası"nın Kafkasya olduğunu göstermiştir. Rusya, Kafkasya'da durdurulmazsa, Türkiye'nin Orta Asya'daki Türk hinterlandı da tehlike altına girecektir.
Türkiye'nin 21.Yüzyıl'da "Avrupa'nın bir parçası" olarak Avrasya'da bir "cazibe merkezi" haline getirilmesi gerekiyor. Bunun için birbirinden ayrılmaz üç karakteristik şart: Demokratik, laik ve Müslüman kimliğinin idrakinde, bunu bir "koz" olarak kullanabilecek bir ülke. Demokratiklik, insan hakları sicilini derhal düzelmesini, hukukun üstünlüğünü ve bu çerçevede Kürt sorununun Türkiye'nin Kürt vatandaşlarını tatmin edecek biçimde çözümünü gerektiriyor. Laik karakteri, Avrupa Birliği içinde alacağı yerin gereği. Bu amaçla, Yunanistan ile ihtilafların da aşılması zorunlu sayılıyor. İslam kimliği bilinci ise Avrasya'da ve Balkanlar'da oynayabileceği rolün ve dolayısıyla Avrupa güvenlik sistemindeki özel yerinin belirleyicisi olacak.
"Clinton doktrini"nde, "medeniyetler çatışması"nın yerine küreselleşme standartlarına uygun bir uluslararası sistemde, Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde "Müslüman kimlik bilinci" ile yer alması söz konusu, tersi değil...
Yüzyıllar boyu ve Soğuk Savaş dönemi boyunca olduğu gibi, "Türkiye misyonu"na tehdit, Rusya'dan geliyor. Rusya, demokratikleşmedikçe de böyle olacak. Bunca yıl Türkiye'yi "iç tehdit" masallarıyla serseme çevirenler de, bu sayede ıskartaya çıkıyor...