Başkan Clinton Türk halkına kendini çok sevdirdi. Çünkü Clinton Türkiye'de en uzun süre kalan Amerika Başkanı oldu, çok yer gezdi, depremzedeleri ziyaret etti, Türkiye'yi övdü, Atatürk'ten sevgiyle söz etti.
Clinton'ın eşi Hillary ve kızı Chelsea de Türk halkının gönlünü kazandı.
Bütün bunların arkasında "muhteşem" bir Halkla İlişkiler çalışması vardı aslında.
Clinton'ın Türkiye ziyaretinden bir ay önce başladı çalışmalar. Ankara'daki Büyükelçilik organizasyonunda Türkiye'ye gelen 100 kadar Amerikalı bir ay boyunca Türkiye'de incelemeler yaptı.
Yüzlerce insanla yüz yüze konuşuldu, Türk halkının, iş dünyasının, çalışanların, sivil toplum örgütlerinin Amerika'ya ve Başkanı'na nasıl baktığı defalarca soruldu, izlenimler alındı.
Clinton'ın hangi sözlerinin Türk halkının hoşuna gideceği, nasıl davranırsa sempati toplayacağı, hangi bölgeleri ziyaret ederse sevgi ve saygı göreceği tek tek belirlendi.
Clinton, kendisi için hazırlanan raporları okudu, brifinglere katıldı, ondan sonra Türkiye'ye geldi.
Türkiye'ye gelmeden bir gün önce Amerikan Meclisi'nde Türkiye'yi öven konuşmasıyla ilk adımı attı, ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki tarihi konuşmasıyla herkesin gönlünü fethetti.
Deprem bölgesine gitmesi, halkın arasına girebilmesi, onlarla şakalaşması, hatta Meclis'te "belki zehirlidir" diye içmediği çayı burada bir çadırda içmesi bile "halkla ilişkiler uzmanlarının" hazırladığı reçetelerin bir uzantısıydı.
Amerikalılar hiçbir şeyi şansa bırakmadan müthiş bir program hazırladılar, Clinton da bunu çok iyi uyguladı.
Aynı plan ve programlar Hillary ve Chelsea için de hazırlandı. Nerede ne giyecekleri ve ne konuşacakları bile önceden biliniyordu. Clinton'ın Türkiye gezisi "Halkla İlişkiler" kavramının bir şaheseridir.
Türk Halkı Amerikalıları pek sevmezdi
Bugün sokağa çıksanız ve rastladığınız herhangi bir kişiye "Amerika'yı seviyor musun?" diye sorsanız, alacağınız cevap yüzde 50'nin üzerinde "Hayır" olur. Türk halkı Amerika'nın dünyanın en güçlü ülkesi olduğunu, herkese sözünü geçirebildiğini ve onunla kavga etmenin anlamsızlığını bilir, ama yine de sevmez.
Çünkü, bizim genlerimizde "güçlüye karşı boyun eğme" özelliği vardır da, "güçlüyü sevme" eğilimi yoktur. Türk halkı Amerika'nın gücünü kullanarak küçüğü ezdiğine, istediği ülkede kendine uygun yönetimler getirdiğine, dünyanın tek hâkimi olabilmek için her şeyi yapabileceğine inanır.
Bu nedenle Amerika'dan yana tavır koyan yöneticilerine de kızar, bunun çıkarımıza olduğunu kabullense de kızar.
Türk halkının Amerika'ya yönelik "sempatisi" bir tek Kennedy döneminde artmıştı. Aslında Türkiye'ye hiç de dost olmayan Kennedy, belki de gençliği ve güzel bir eşe sahip olması yüzünden sevilmişti.
Türkiye "Amerika aleyhtarı" potansiyelini en çok 70'li yıllarda kullandı. O zamanın solcu gençleri hemen her gün Amerika'ya karşı protesto gösterileri yapıyorlardı, 6. Filo askerlerini denize döküyorlardı. O dönemlerde sola karşı olan geniş halk kitleleri bile bu kampanyalara içten içe destek veriyordu.
80'lerden sonra ise Amerika aleyhtarı tavır, yerini daha "akılcı" politikalara bıraktı. Hatta, gariptir, 70'li yıllarda sırf solcular karşı çıkıyor diye Amerika'dan yana tavır koyan aşırı sağ kesimler, şu sıralarda daha hızlı birer Anti-Amerikan oldular.
Küreselleşen ve bilginin hâkim olduğu dünyada "ezeli düşmanlıkların" olmayacağı gibi "ebedi dostlukların da" yeri yok. Amerika- Avrupa karşıtı olmak bir düşünce biçimi değil artık. Çıkarlar önemli.
Clinton, Türk halkına kendini sevdirerek bu gerçeği de göstermiş oldu.