kapat

06.11.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sabah İnternet
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NEBİL ÖZGENTÜRK(nebilo@sabah.com.tr )


Ah Hasan Bey ah!

İstanbul'un "eğlence kralı"ydı, zengin bir dost grubu vardı. Yıllarca Hilton kral dairesinde kaldı. Ama iki gün önce Kadıköy yakasında bir hastanede rehin kalmıştı. Çünkü parası yoktu...

Adı, Hasan Kazankaya... Sanat, basın ve eğlence dünyasının yakından tanıdığı bir isimdi... Yapmadığı iş, girmediği alan, hemen hemen yok gibiydi..

70'i aşan ömrü hayatı hep iniş ve çıkışlarla dolup taştı..

Ve kendi ifadesiyle "fiyaka" hiç eksik olmamıştı yaşamında..

Daha elinin henüz kalem tuttuğu 50'li yıllarda "Mendy" adını verdiği bir aşk ve savaş romanı yazdı. Para bulup buluşturdu, Mendy'i bir film yaptı. Orhan Günşiray'ın başrol oynadığı film, "Lejyon'un Dönüşü" adıyla sinemalarda oynadı ve büyük sükse yaptı...

Aslında Kazankaya da lejyonerdi..(Fransa adına savaşan paralı asker)

Bu arada gözü sosyetedeydi... Zengin semtlerinde emlakçılığa başladı, "İstanbul'u karış karış satıyorum" dedi ve işi gece kulüpçülüğüne kadar götürdü. En "fiyaka"lısından gece klüplerini birer birer o açtı. "Fiyakalı" gece kulüpleri o kadar tuttu ki, ancak özel anahtarına sahip olanların girdiği mekanlar yarattı.

"Fiyakayı" çok sevenlere altın anahtar, az "fiyakalılara" gümüş anahtar verdi...

EĞLENCE KRALI
Düşünün ki kahvehane ruhsatıyla bar bile açmıştı ve gece kulüplerine, Paris ve New York'taki benzerlerinin adını veriyordu hep.

Harbiye'deki Whisky a Go Go'da, Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç'la, İnan Kıraç düğün yaptı ve Kazankaya'nın "fiyakası" bu sayede iyice arttı.

"İstanbullu'ya çatal bıçak tutmasını ben öğrettim diye de "fiyaka" attı.

"Fiyakaya" dur durak demeden devam ediyordu...

Artistlere, aktristlere "fiyaka" yapmak için kendini iyice Yeşilçam'a verdi. Hiç ilgisi yokken rejisör koltuğuna oturdu ve eğrisiyle doğrusuyla, tam elli film yaptı ve çoğu da dönemine göre "fiyakalı" hasılatlar elde etti.

Yılmaz Güney'in de ilk filmlerini o yaptı.

Güney'e "Çirkin Kral" ünvanı sağlayan Üçünüzü de Mıhlarım, Atını Seven Kovboy, Tehlikeli Adam, Davudo gibi filmleri o yönetti.

Diğer rejisörlere "fiyaka" olsun diye de film çekimlerinde telsizi Yeşilçam'a ilk kez sokan oydu. Ancak "fiyakası" dikkat çekti ve devlet, "Dur bakalım telsiz kullanmak kanuna aykırı, sen bunu nasıl kullanırsın!" diye mahkemeye verdi Kazankaya'yı.

Ama o, umursamadı, mahkemesi sürürken bile yapımcılara "fiyaka" atmaya kararlıydı ve yılda ikibine yakın film üreten Mısır-Hint sinemasını araştırarak ayda, altı film üretmeye başladı.

Gününü altıya bölüyordu ve rejisör olarak setten setten koşuyordu.

Bu hızın nedenini soranlara "fiyakamı bozdurtmam" yanıtını veriyordu.

FİLM YÖNETMENİYDİ
Ve bu rekorunu hâlâ hiçbir yapımcı-rejisör kıramadı.

Yine "fiyaka" olsun diye Türkiye'de ilk kez bir kadın rejisöre, (Bilge Olgaç'a) film çektirerek namını yürüttü.

Ancak bunca film çekmesine, çektirmesine rağmen, ne rejisörlüğüne ne de filmlerine tek bir ödül verilmedi, hiçbir filmi de Kapıkule'yi geçemedi.

"Ödül" alamadığı için de "fiyaka" atamadı ama o bunu hiç önemsemedi.

Fakat Kazankaya'nın kazandığı paralar geldiği gibi gidiyordu, "fiyaka" olsun diye Boğaz'da, bir yalıda da oturabilirdi ama o, beş yıldızlı bir otelin kral dairesini seçti.

Ve 25 yıl boyunca Hilton Oteli 604 numarada yaşadı, ünlü, ünsüz sevgilileriyle "fiyaka" yaparak. Parası olduğu sürece masasında kimseye para ödetmedi, herşey "fiyaka" içindi, "para dediğin nedir ki, geldiği gibi gitmeli, kazanıldığı gibi harcanmalı!" dedi hep...

Bu "fiyakalı" yaşamı süresince, en fiyakalasından dostlar edindi...

İstanbul'un sosyetesi, Kazankaya'nın sırdaşı, arkadaşı ve müşterisiydi. Dönemin basın imparatorları Haldun ve Erol Simavi kardeşler de..

Simavi kardeşlerle sıkça buluşup yarenlik etti, İstanbul akşamlarındaki iyi dostlarıydı.

Daha sonraki yıllarda, tiyatroculara da kıyak olsun diye "fiyaka" attı.

1971'de parasızlıktan ve salonsuzluktan perde açamayan Ayla-Beklan Algan çiftinin imdadına "para kazanı"nı uzattı ve zamanın parasıyla 250 bin lira uzun vadeli borç vererek "Grup Oyuncuları"nı tiyatro dünyasına kazandırdı.

Ali Taygun'un yönettiği, Nikolay Gogol'un "Müfettiş" oyunuyla sahneye çıktı tiyatro grubu ama 12 Mart günlerinde gece sokağa çıkma yasağı başlayınca tiyatro, seyirci bulamadı ve Kazankaya'nın paraları "sanat" uğruna battı..

Hatta, Ayla Algan o üzüntüyle, "Biz 250 bin lirayı nasıl ödeyeceğiz?" diye karalara bürünüp, bileklerini kesti. Kazankaya, bu intihar girişimine çok üzüldü ve tiyatro sevdalılarını ziyaret ederek 250 bin liralık borç senedini gözlerinin önünde yırttı, onlara iltifatlar etti, oyunu mükemmel bulduğunu söyledi ve ceketini alıp çıktı.

ECEVİT BEĞENİYOR
Ve "fiyakalı" geçen 40 yılın ardından o güne kadar tüm fiyakalarını gölgede bırakacak bir girişime başladı Hasan Kazankaya...

Cemal Kutay'lara, Emin Oktay'lara ve daha nice tarihçiye "fiyaka" atmaktı amacı. "İstanbul'un Fethi"yle ilgili bir film yapmaya soyunurken ve de araştırmalarda bulunurken, tarihin, özellikle de İstanbul Fethi'yle ilgili anlatılanların bir kısmının "palavra" olduğu sonucuna vardı ve film değil ama dört yıl sonra "İstanbul'un Fethi ve Fethin Karanlık Noktaları" isimli 850 sayfalık, iki cilt tarih kitabı yazdı. Her ne kadar bir gece kulüpçüsünün "tarih kitabı" yazmasını ilk başlarda okurlar pek fazla ciddiye almadıysa da, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ıskalamadı. Ecevit, 1990 yılında Kazankaya'ya gönderdiği bir mektupta,"Tarihimizin çok önemli bir evresinin 'karanlık' noktalarını, kaynak yetersizliğine karşın, olabildiğince aydınlatan bu çalışmanızdan ötürü sizi içtenlikle kutlarım." diye iltifat etti.

ooo

Ve aradan birkaç yıl geçti...

Ne olup bitti anlaşılamadı ama Hasan Bey(ki benim yıllarca pek çok yazıma kaynaklık etmiş ve az biraz dostları arasına girmiştim) herşeyden elini ayağını çekti.. Ne film çekiyor ne güzellik yarışması düzenliyor ne gece klübü işletiyor ne de kitap yazıyordu artık..

Evinde bir başına hatıralarına daldığı bir gün (altı ay önce) ziyaret etmiştim onu, "idare edip gidiyordu" kendi ifadesiyle..

Ama iki gün önce duyduklarım karşısında irkildim..

Hasan Bey, Kadıköy yakasında bir hastanede "rehin" kalmıştı..

Uzun zamandır çilesini çektiği "siroz" nedeniyle sözkonusu hastaneye yatırılmış ancak taburcu olmak için gerekli parayı bulamaması nedeniyle "hasta yatağı"na yapışıp kalmıştı..

Hatta kendisini ziyaret eden genç bir dostuna "feci durumdayım, bana bir an önce para bulun" diye de yakınmıştı.. Şu satırlar yazıldığı saatlerde dahi yine "rehin"di!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır