Memurla uğraşan iflah olmaz...
Dönüp Meşrutiyet dönemine bakın, o da yetmezse Cumhuriyet dönemini inceleyin.. Kim ki memurla uğraşmış, kim ki gözünü memurun yetkisine dikmiştir.. Onun iki yakası bir araya gelmemiştir.. Reformcu hükümetimizi bekleyen tehlike de bu..
Haber gazetelere "Memurun asırlık zırhı deliniyor.." başlığıyla düştü.. Ne kadar konusuzluktan bunalmış köşe yazarı varsa, onlar da oturup "İyi delsinler bari.. Memurun delinmedik bir tek zırhı kalmıştı zaten.." diye yazdılar..
Memur çocuğu olduğumuzdan bu tür haberlere hassasız..
Ailemizin bordrolu kesiminde neler oluyor deyip, kafayı habere gömdük.. Öğrendik ki 1913'ten beri yürürlükte olan "Memurun muhakematı hakkındaki kanun-ı muvakkat" değişiyormuş..
Başlıkta geçen "kanun-ı muvakkat" yani "geçici yasa" lafı da işin şaşırtmacası.. Bu kanunu çıkaran İttihat Terakki hükümeti olayın kalıcı olduğunu bilmez mi?
ooo
Bal gibi bilir.. Osmanlı hükümetleri nasıl ki memuruna düzenli maaş veremiyorsa, bundan sonra gelecek hükümetlerin de veremeyeceğini bildiklerinden bu yola gitmişler..
"Biz kapukulu yaptığımız memura maaş veremiyoruz, bari şanına şan katalım.." demişler.
Altı aydan başlar..
İttihatçıların yaptığı, Cumhuriyet hükümetlerinin tahkim edip bugüne getirdiği 86 senelik geçici kanuna göre memuru açlıktan süründürebilirsin ama fiyakasını bozamazsın..
Diyelim ki bir devlet memuru göreviyle ilgili suç işledi.. Zart, diye mahkemeye veremezsin.. Amirinin, müdürünün rızası olacak ki hakim karşısına çıkarıla..
Bu kanun da yetmemiş, acından dört dönen memurun şanını, başka kanunlarla parlatmışlar.. Bu kafadan gidip "Görev başındaki memura hakaret.." diye bir suç icat etmişler..
Bu da şöyle yorumlanıyor..
Diyelim ki bir resmi dairede işinizin görülmesi için bekliyorsunuz.. İşiniz bir imzaya kalmış ama orada bulunan memur bir türlü beklediğiniz imzayı vermiyor..
Katiyen siniriniz bozulmayacak.. Adamın insafa gelmesini bekleyeceksiniz..
Eğer beklemeyip "Kardeşim alt tarafı bir imza, at da gidelim.." türünden itiraza yeltendiniz mi başınız belaya girer..
Memur size "Bir bildiğimiz var ki atmıyoruz, sen de herkes gibi bekleyeceksin.." der.. Siz sinirlenip "Bunlar zaten hep böyledir.." diye vıdı vıdıya başlarsınız..
Memur size "Ne demek istiyorsun? Görev başındaki memura hakaret mi ediyorsun?" diye sorar.. Siz "Battı fishing yan going.." noktasına geldiğiniz için "Edersem ne olacak?" karşılığını verirsiniz..
O saniyeden itibaren hem başınıza iş alır, hem emniyetten adalete kadar uzanan koca bir mekanizmayı harekete geçirmiş olursunuz.. "Osmanlının yanında gözünü, katibin yanında sözünü sakın.." lafını unuttuğunuzdan zabıtlar tutulur, imzalar atılır..
Orada harcamaya kıyamadığınız zamanın on katını, yüz katını mahkeme koridorlarında geçirirsiniz.. Ki bu da demokrasimizin güzelliklerinden biridir..
ooo
Kendimi bildim bileli "Memurun yakasını tutmak altı aydan başlar.." diye bir laf duyarım ki doğrudur.. Gelmiş geçmiş hükümetlerimiz memurun yakasını bir türlü biraraya getiremediklerinden böyle bir tedbir icat etmişler..
"Bizim biraraya getiremediğimiz yakayı sivillerden biri çekiştiremez.." deyip işin içine bir de cezai maddeler katmışlar..
Rahmetli İsmet Paşamız, memurun maaşı konusunda değil ama fiyakası konusunda çok hassastı.. O vakitler bazı halk aşıkları; kahvelerde, pazar yerlerinde sivil, başıbozuk, haneberduş ahalinin karşısına çıkar; ellerindeki sazın altı telini tıngırdatarak mani söylerlerdi..
Memurdur dedikleri,
Çay simit yedikleri,
Yüz metreden sayılır,
Zırtonun kemikleri..
Onların saz çalıp zevklenmesi İsmet Paşamız'a hiç koymazdı ama sekizin birinden maaş alan bir memurun, sivillerle itişip kakışırken düğmesi kopmasın.. O saat hangi ordu yakınsa, komutanına şifre çekip ahalinin üzerine yürütürlerdi..
Değişikliğe karşıyım..
İsmet Paşa'nın tahtına Menderes çıktığında ise durum tam tersine döndü.. Gerçi Menderes akıl edip "Sivil ya da başıbozuktan birinin düğmesini koparana altı ay hapis.." diye kanun çıkarmamıştı ama "Yeter söz milletin" diye diye ahaliyi gaza getirmişti..
Demokrat Parti hükümetinin güvenoyu aldığı gün, ilçesindeki hükümet konağının camlarını taşla kıran Arabacı İbrahim Efendi'nin başına dikilen polislere;
- "Siz ne karışıyorsunuz cam kırmama? Memlekete demokrasi geldi.." diye babalanması bundandır..
Memuru zaten aç bırakmışsın.. Bir de itip kakma politikası izledin mi düzen şirazendesinden çıkar.. İşte Menderes rahmetli bunu bilemedi.. Tam zıttına "memura tek gözle bakma" siyaseti izledi.. Başına 27 Mayıs vak'ası geldi..
ooo
Ardından Özal'ın "Benim memurum işini bilir.." dönemini yaşadık.. Bu altın günler de kısa sürdü.. Hele hele 75 kuruşu harcarken 75 defa düşünen Ecevitimiz'in devr-i saltanatı başladı ki düşman başına.. Memurun maddi olarak hiçbir hükmü kalmadı..
Bence ortada bir kasıt yok..
Sorun vatandaşın hesapladığı enflasyon oranı ile hükümetimizin hesapladığı enflasyon oranındaki farktan kaynaklanıyor.. Memur enflasyon yüzde altmış, diye yırtınsa bile Ecevitimiz "Hayır ben hesapladım, hatta Rahşan Hanım da sağlamasını yaptı.. Enflasyon yüzde 20" deyip zammı ona göre veriyor..
Bu da çok önemli değil.. "Açlık pes etti sendeki idmana Türk.." diyen Neyzen Tevfik'in söylediği gibi memurumuz zamanla buna da alışır..
Amma memuru koruyan o kanunun değişmesini kaldıramaz..
Evet memleketimizin reforma ihtiyacı var.. Ben de biliyorum lakin hükümetimizin "Parmağında hatem yüzük, kolunda burma bilezik" varmış gibi işe memurlardan başlamasına aklım ermedi..
"Tavuğum var kazım var.. Açık gizli sözüm var.." deyip, hükümetimizi yol yakınken uyarmak istemem bundandır..