Yüzyılın son 29 Ekim'i
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nızı kutlarken, iyimserlikle kötümserlik arasında gidip geldiğimi itiraf edeyim.
Ama hangi iyimserlik, hangi kötümserlik?
Kötümser dermiş ki: "İşler bundan daha kötü gidemez!"
İyimser ise "Gidebilir, gidebilir!" diye yanıtlarmış.
Böyle bir iyimserlik istemediğinizi biliyorum.
O zaman geriye şiire sığınmak ve yüzyılın son 29 Ekim'indeki manzarayı umumiyeyi Namık Kemal'in dizesiyle anmaktan başka çare kalmıyor:
"Vatan mahzun, ben mahzun!"
***
Bu 29 Ekim'de de gözümüz geleceğe değil, geçmişe çevrili.
Bırakın 21. yüzyılı planlamayı, hâlâ 20. yüzyıl başlangıcının kavramlarını tartışıp, hatta bu uğurda birbirimizi öldürüp duruyoruz.
Hilafet, şeriat, laiklik, cumhuriyet, demokrasi, yurttaş hakları, yasama-yürütme-yargı erklerinin ilişkileri, yargı bağımsızlığı, etnik meseleler gündemimizin başında.
Uygar ülkelerin yüzyıllar önce çözdüğü sorunlar, bizi beyin felcine uğratıyor.
***
29 Ekim'i yaratanlar da bizim gibi, geleceğe değil, geçmişe baksalardı ne olurdu acaba?
Yüz yıllık bir rötarla 1800'lerin sorunlarına takılıp kalsalardı halimiz ne olurdu?
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bütün enerjilerini, Tanzimat Fermanı'nı tartışmaya ayırsalardı ve Büyük Reşit Paşacılarla, ona karşı olanlar diye ikiye ayrılsalardı Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi?
Hayır!
Elbette hayır!
Onlar gözlerini ileriye, 20. yüzyıla, çağdaş uygarlığa dikmişlerdi.
Modernleşme ihtirasıyla yanıp tutuşan insanlardı.
"Kökü mâzide olan âtiyiz" dizesini şiar edinmişlerdi.
Bugün ise, geleceği hiç düşünmeden geçmişe takılıp kalmış bir ülkeyiz.
Başlarımızı geriye çevirmiş olarak, ileriye doğru yürümeye çalışıyoruz.
Bilseler bizi bağışlamazlardı.