Boyutun kadar konuş
Her sorunun, her olgunun en az iki boyutu var. Ama nedense iki boyut bir anda görülemiyor. Görülse de önemsenmiyor.
Çünkü görüş açınızı inançlarınız veya durduğunuz yer belirliyor. Daha doğrusu sınırlıyor. Örmek mi? Cumhuriyet Başsavcısısınız. Elbette, ilk göreviniz sıfatınızın hakkını vermek. Yani cumhuriyetin başına gelebilecek belayı savmak. Bunun ötesi lafı güzaf. Ama ötesiyle ilgili çizgiyi zaten sayın savcı çektiği için işler çok kolaylaşıyor. Yeter ki cumhuriyet düşmanları safını geniş tutasınız. Demokratik gelişmeyi gözardı edesiniz.
MEŞHUR MEŞRUİYET
Yargıtay Başkanısınız. Göreviniz, adaletin adil tecellisini sağlamak.
Ama akademisyenlik cüppesinin daha yakışacağını düşündüğünüzden olmalı ülke çapında bir münazara başlatıyorsunuz.
Cumhuriyet mi önemli, demokrasi mi?
Ve sonucu da bizzat ilan ediyorsunuz:
- Demokrasi cumhuriyetten önemlidir.
Bu yetmiyormuş gibi, bir de cumhuriyetin mevcut anayasasını gayrimeşru ilan ediyorsunuz. Böylece birinci boyutu kaçıran meslektaşınız başsavcının hatasını ikinci boyutta yineliyorsunuz.
Acaba ülkenin şu sıralarda en çok muhtaç olduğu, çok farklı boyutları, tek boyutmuş gibi çok alımlı ve özel beyanatlarla sunan yüksek kamu görevlileri midir?
ŞAİRLERE DAİR
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarısınız. Görevinizin, epey birkaçıncı yılında, bir gün kalkıyor ve çok özel bir basın toplantısıyla DPT'nin işlev ve niteliğini ilan ediyorsunuz. Hem de şairselliğe ve akademisyenliğe pek uygun düşen bir biçimde:
- DPT olmayan bir ekonomi bakanlığının sekretaryası olarak çalışmaktan artık yorgun düşmüştür.
Oysa, çok farklı bir boyutu yansıtıyor görünseniz de, tek boyutu görüntülendiriyor, seslendiriyorsunuz.
Üstelik muhatabınızın vatandaşlar mı yoksa siyasiler mi olduğu pek anlaşılmıyor.
Yeteneklerinizi üstün birikiminizi nedense rulet markası gibi masaya itiveriyorsunuz.
Elbette, hemen ardından olan ekonomi bakanı, "olmayan ekonomi bakanlığının sekretaryası olmaktan bıktığınıza" hükmedip, olmayan bir sekretaryaya "müşavireten" hemen atanıveriyorsunuz.
Mücevherin yere düşmekle kıymetten sakıt olmayacağı hususu şairlerce yüzlerce yıl önce ilan edildiğine göre, görevden kendinizi neden düşürttüğünüz, yine de pek anlaşılmıyor. Tıpkı, anayasanın gayrimeşruluğunu ilan eden yargıtay başkanı ve mektupların hakim kararı olmadan okunmasını isteyen yargıtay başsavcısı gibi... Sorun çözmekten sorun yaratmaya yönelen kamu yöneticiliği anlayışı bizim kamunun Milenyum'a bir armağanı..
MAKAM OTOSU MAKAMI
Bir başka boyut daha var. Maliye Bakanı haklı olarak 100 bini aşan resmi plakalı araçtan yakınıyor. Bunların benzin masraflarının üç ayda trilyonları bulduğunu açıklıyor.
Ama nedense resmi makam otosu sahiplerinden şöyle bir itiraz yükselmiyor:
- Öyleyse siz de her hafta benzine zam yapmayın!
Ama sayın bakan yine de haklı.
Çünkü dünyada bu kadar sebilullah makam otosu kullanan bir başka demokrat ve/veya cumhuriyet bir ülke yok.
(Artık bu iki ölçütü her lafa koymak şart. Yoksa, ya sayın başsavcıya ya da sayın yargıtay başkanına kulak asmamış duruma düşersiniz!)
SON BOYUT
Maliye Bakanı yine de bir başka boyutta haksız. Evet makam otosu çok ama. O makam otolarına bu kadar düşük maaş veren bir başka ülke de yeryüzünde yok.
Siz ayda 200 - 250 milyon liraya (yani şu kadarcık dolara) dünyanın hangi ülkesinde binlerce suçlunun yattığı cezaevlerine müdür, trilyonlarca lira imza sorumluluğu taşıyan devlet dairelerine yönetici çalıştırabilirsiniz? O arka kapı camları dumanlı, siyah plakalı, siyah renkli gariban Şahin'lerden Kartal'lardan mamul makam otolarının hikmeti kamuda çok düşük maaşla yönetici çalıştırmak için.
Ama işin üçüncü boyutu da var.
Makam otoları için akan trilyonların yarısı, makam sahiplerine verilse belediye otobüslerinde bile daha itibarlı yaşıyabilecekler.
***
Okurlarımızın en büyük bayramını kutluyorum.