Meçhul fail Avrupa Birliği'ni mi hedefliyor?
Meçhul failin karanlık elleri Ahmet Taner Kışlalı'nın arabasının ön motor kaputuyla silecekleri arasına bombayı koyarken, sadece Kışlalı'nın canına kast eden sinsi bir alçaklığı mı hedefliyordu, yoksa bu cinayet çok daha büyük bir hainliğin kanlı bir karesi miydi?
Türkiye'de "faili meçhul cinayetlerin" katilleri hiçbir zaman ortaya çıkarılmadığı için bu cinayetlerle neyin amaçlandığı da iyice berraklaşmıyor. Azraile teslim edilmek için seçilenlerin kimliği ülkenin kamplara bölünmek istendiğini açıkça sergiliyor ama böyle bir şeyin neden amaçlandığı çok aydınlanmıyor. Fail meçhul kaldığı için de herkes herkesi kendi siyasal meşrebine göre suçluyor.
ooo
Öncelikle devletin katilleri bulması için ağır ve yığınsal bir baskıya gerek var. Çünkü devletin içinde bazı güçlerin katillerin yakalanmasını engellediği biliniyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1993 yılında oluşturduğu "Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu" üyeleri kendilerinin görev yapmalarının nasıl önlendiğini yazdıkları raporda çok çarpıcı örnekleriyle açıklıyor:
"Komisyonumuz görev yaparken birbirleriyle her haliyle bağlı oldukları dıştan bakıldığında bile belli olan bir takım odakların, tanığın adresinin tespitini istememize rağmen bu tanığı önce televizyona çıkartıp, yalancı tanık olarak mahkum ettikten sonra komisyonumuza bırakmış, bu konuda yazmış olduğumuz yazılara yetkili makamlar sürekli olarak başka cevaplar vermiş, çok önemli soruşturmaların evrakıı hukuk gereği olmasına rağmen Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı'nın yaptığı gibi komisyonumuza gönderilmemiş, araştırmayı hızlandırmak için helikopter isteyen komisyonumuza yirmiden fazla helikopter boş olarak bekletilmesine rağmen tahsis edilmemiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür."
Sonra da, bu engellemelerin ve faili meçhul cinayetlerin katillerinin neden bulunamadığının analizini yapıyor:
"...bir merkezden yönetiliyormuşçasına gizli örgüt şeklinde örgütlenen bu oluşumların devletin seçimle işbaşına gelmiş organlarınca denetlenmedikleridir. Bu örgütler hakkında zaman zaman kamuoyunda haberler çıkmakta ise de; nedeni bilinmez bir şekilde bunlar hakkındaki iddialar hiçbir zaman soruşturmaya konu olmamaktadır. Örneğin MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş hatıralarını anlatırken 'Ağca'yı askeri cezaevinden kaçıran bir devlet örgütü olduğunu' belirtmiş, ancak bu iddiası üzerine hiçbir savcı da Alpaslan Türkeş'e bu sözlerinizle neyi kastediyorsunuz diye sormamıştır."
"Devletin seçimle işbaşına gelmiş organlarınca denetlenmeyen ve yargı organlarınca da soru sorulmayan bu örgütler istedikleri gibi devlet idaresindeki organlara hakim olmakta ve devleti her türlü emellerine alet edebilmektedir."
Aynı Lokcheed askeri uçak alımındaki rüşvet olayını araştıran Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonu'nun raporu gibi, aynı Susurluk Çetesi'ni gün ışığına çıkartmaya büyük ölçüde yardımcı olan TBMM Komisyon raporu gibi, Faili Meçhul Cinayetler Komisyon raporu da hiçbir zaman Meclis Genel Kurulu'na inmemiş, Meclis'te görüşülememiştir. Halbuki bu raporların yeniden tetkiki bütün çürümüşlüğün derinlemesine bir röntgenini fazlasıyla vermekte...
ooo
Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesini, Milliyet Gazetesi Avrupa Birliği ile ilişkiler geliştikçe "artan provokasyonların" bir halkası olarak yorumluyor.
Bu provokasyonların bitmesi ve Türkiye'nin normalleşmesi "demokrasiye" bağlı. Başlangıçtaki doğum hatası nedeniyle bir türlü demokratikleşemeyen cumhuriyeti, bu kez Avrupa Birliği tam üyeliğinin demokratikleştirebileceği anlaşılıyor. Üstelik Avrupa Birliği üyeliği sadece Kemalist cumhuriyeti, demokratik bir cumhuriyete dönüştürmekle kalmayacak, insan haklarını pekiştirip, piyasa ekonomisinin topallığını da tedavi edecek.
Bu hedefler ise Türkiye'deki bazı lobileri çok fazla ürkütüyor.
ooo
Türkiye'de "din devleti" isteyenler, asla Avrupa Birliği üyeliğini ve yukardaki kriterlerin hayata geçirilmesini istemez. Çünkü onlar da bilirler ki, "din devleti" tehlikesinin en etkili panzehiri demokrasidir...
Hiçbir çağdaş demokraside bulunmayan Türkiye'deki militarist nitelikli yapılanmadan çıkarları olanlar da, Avrupa Birliği üyeliğini gönülden kabullenemez. Çünkü Avrupa Birliği Türkiye'deki "zümre egemenliğine" son verip, halktan korkmayan bir rejimi sağlam temeller üzerine oturtur.
İç piyasada fink atıp, rekabetten kaçarak servet büyüten sermayenin güçlü bir bölümü de, Avrupa Birliği'ne iyi gözle bakmaz. Avrupa Birliği onlar için de kolaycılığın bitimi demek olacaktır.
Ne garip ki, birbiriyle zıt kamplarda gibi duran çevreler Avrupa Birliği'ne düşmanlıkta birleşirler.
ooo
Amerika'nın Abdullah Öcalan'ı derdest edip Türkiye'ye iade etmesiyle başlayan süreç, Avrupa Birliği adaylığı ile muhteşem bir finale doğru gidiyor görünmekte...
Ahmet Taner Kışlalı'nın toplumu gerginleştirecek olan ölümü tam böyle bir süreçte, üstelik de Ankara DGM Başsavcısı'nın birden genişleyiveren "hukuk cephesi" karşısında ağır bir hezimete uğramasının hemen ertesinde gerçekleşti.
Demokrasi yerine "laiklik ve cumhuriyet"e vurgu yapanların bu tür cinayetlerde suçladıkları hedef hep aynı kalırken, Uğur Mumcu cinayetini de sorgulayan Türkiye Büyük Millet Meclisi "Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu"nun raporu devletin içini işaret ediyor.
Türkiye'de Avrupa Birliği'nin hakemliğindeki gerçek bir demokrasiyi, aynen "din devleti" peşinde koşanlar gibi "derin devletin" asli unsurlarının da istemeyeceği pek unutulmamalı. Tersi olsa Susurluk Çetesi şimdiye kadar çoktan yargılanmış ve cezalandırılış olurdu.
ooo
Türkiye'de "cumhuriyetçi" ve "şeriatçı" ayrımını "koyulaştıranlar", Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki gibi bir "demokrasi" isteyenleri pas geçiyor.
Fanatik Cumhuriyetçiler ne yazık ki, ülkede demokrasi isteyenleri "şeriatçı" ilan etmek için çırpınıyorlar. Demokrasi ile şeriat düzeninin yan yana duramayacağını görmezlikten gelmek için sanki özel bir çaba gösteriyorlar.
ooo
Demokrasinin olmadığı bir ülkede demokrasiyi ortaklaşa reddeden bir "laik-şeriat" ikilemi ise sürekli ortamı zehirliyor. Sorunları demokrasi rahatça çözebilecekken Türkiye tepetaklak gidiyor. Ama rejimden beslenenler dimdik ayakta...
Demokrasi olsa Türkiye'de faili meçhul cinayet olmazdı. Susurluk olmazdı. Katiller cezalandırılır, bizdeki gibi zar zor cezalandırılanlar af yasası kapsamına alınmazdı.
Ahmet Taner Kışlalı'yı katledenler, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde böyle alçakça cinayetlerle toplumun kaderini değiştirmeye çalışmanın pek kolay olmadığını muhakkak ki biliyorlar...
Zaten terörü tırmandırarak ülkeyi karanlık bir kabusun içinde tutma gayretleri de ondan...
Demokrasiyi istemeyenler bütün toplumu acıya boğarak bir kurban daha aldılar.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar amaçlarına ulaşamayacaklar.
İnsanların acısını artırmaktan başka bir şeye güçleri yetmeyecek.
Ahmet Taner Kışlalı'ya Tanrı'dan rahmet, bütün yakınlarına ve çalışma arkadaşlarına başsağlığı dilemekten başka bir şeye şimdilik gücümüz yetmiyor.
Dileriz ki Kışlalı bu ülkenin son kaybı olur.