İkimiz de 1939'da doğduk.. O temmuzda.. 4 aylık ağabeyimdi.. Hep şaka konusu oldu aramızda bu dört aylık fark.. İlkokulu birlikte bitirdik, Kilis Kemaliye'de.. Okulun en başarılı öğrencileri olarak..
Aile arasında hafif bir rekabet havası vardı, ikimiz de sezerdik. Güler geçerdik.
Öğle uykusu o zamanlar çocuklar için şarttı..
Annem beni de mutlak gönderirdi, iki katlı evimizin ikinci katındaki yatağa..
Çıkar pijamalarımı giyerdim. Elbiselerimi bir gazete kağıdına sarar, bahçeye atar, sonra da alt kattaki annemin önünden pijama ile geçerdim, bahçedeki tuvalete gider gibi.. Sonra elbisemi giyip, vınlardım.. Ahmetler'e..
Ahmetler'de M.Ali Ağabey'in kurduğu bir pota vardı. M.Ali Ağabey Galatasaray'da okur, yazları Kilis'e gelirdi. Okul takımında oynadığı için yaz aylarında antrenmansız kalmamak için bu potayı evin bahçesine yapmıştı..
Oyunun, oyuncağın nerdeyse yok olduğu o yıllarda, top ne demekti bilen bilir..
Ama hep ayni tuzağa düşerdim.. Ahmet'in annesi, Lütfiye Hoca (İlkokul hocası idi) çok daha katı bir disiplin içinde ikimizi birden öğle uykusuna yatırırdı.
Uyumazdık tabii. Uyur gibi yapar fısıl fısıl konuşurduk, istirahat saatı boyu..
Ortaokulda yollarımız ayrıldı. Onu Kabataş'a gönderdiler, yatılı.. Ben subay babamla yollara düştüm..
İkimiz de çok parlak ortaokul ve lise okuduk.. Edebiyatı, okumayı çok sevdiğimiz halde, ikimiz de fen şubesine gittik.. İkimizin de ailesinde "Müspet ilim" okumak esastı.
Matematik en başarılı dersimizdi.. Karnede 8 gelirse üzülürdük.. İftihar talebesi olarak son sınıfa geldik..
Sınavlara girdik..
İkimiz de ilk kez ikmale kalma şokunu yaşadık.. Hem de dedim ya, o 8'den aşağı düşmediğimiz matematikten..
Sonbaharda işi tesadüfe bırakmamak için elimize geçen her cebir, geometri problemini çözdük ki, sınavda daha önce çözdüğümüz bir soru gelsin.
Girdik.. Harika geçti.. On bekliyorduk..
Olacak şey değil.. O Kabataş İstanbul, ben Kurtuluş Ankara'da sınava giriyoruz.
İkimizin de sınavları iptal edildi. Yeniden girdik.. 9'ar alıp mezun olduk..
İkimizin de hayalinde mimar olmak vardı..
Güzel Sanatlar'da vardı mimari.. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde vardı..
Ahmet, yıllardır İstanbulluydu.. Fındıklı'da deniz kenarındaki Akademi'yi iyi incelemişti. Harika bir okuldu.. Dünya güzeli kızlar okuyordu.. Üstelik giriş sınavını edebiyat şubesi müfredatına göre yapıyordu.. Bizim gibi canavar fen mezunları için çantada keklikti Akademi'nin sınavı..
O zamanlar her okul kendi sınavını kendi yapardı. Çoğu sınav da yapmaz, derece ile alırdı, ya da her isteyeni kaydederdi.
Akademinin sınavına, her tarafı cam salonda birlikte girdik. İlk sınav matematikti..
Soru kağıtları önüme konunca mosmor oldum..
"Edebiyat şubesi müfredatı.."
Hiç aklıma gelmemişti. Edebiyat şubesinde geometri okunmuyordu. Geometri soruları bu yüzden lise bir ders kitabından seçilmişti..
Kolay sorulardı belki, ama çözmek için 3 yıl önce okuduğum formülleri hatırlamam gerekiyordu. Son bir yıl, en üst düzey matematikle öyle iç içe girmiştim ki lise birin o kolay sorularının formülleri aklımdan çıkıp gitmişti.. Yarım saat kadar kafamı yokladım. Baktım olmuyor, kağıdı verdim çıktım. Dışarda Ahmet'i bekliyorum, camdan da onu görüyorum.. Durmadan bir şeyler yazıyor, terliyor, siliyor, yeniden yazıyor.. İki saat falandı süre.. Bir buçuk saat dolmuştu.. Ben de pişman olmuştum.. İşte Ahmet çözüyordu.. Acele mi etmiştim acaba, kalsam uğraşsam daha mı iyi olurdu acaba?..
Süre bitti, hoca kağıtları topladı. Ahmet burnundan soluyarak geldi..
"Yahu Hıncal" dedi, "Nasıl çözdün, yarım saatte o soruları.."
"Ne çözmesi" dedim.. "Sorulara baktım.. Çözemeyeceğimi anladım. Bıraktım çıktım.."
Gülmeye başladı.. Kahkahalarla gülüyor..
"Ulan adam çıkarken bir işaret çakar.. Ben de 'Hıncal bu kadar kısa zamanda çözdü, demek sorular kolay' dedim kendime iki saat ter döktüm.. Çözemedim tabii.. Benim kağıt da boş.."
Akademinin kapısından döndük.. O gitti, Fen Fakültesi'ne yazıldı.. "Bu kadar fen okuduk, işe yarasın" diye..
Ben fenden soğumuşum.. Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldum. İngiliz Dili ve Edebiyatı okumak için..
Birinci sömestr bitti.. Buluştuk.. Ne o memnun okulundan.. Ne ben..
M.Ali Ağabey Siyasal'da okuyor.. Okulunu çok seviyor.. Bize de durmadan anlatıyor..
Araştırdık.. Ankara'da en forslu okul Siyasal.. Her Kolejli kızın gönlünde bir Siyasallı yatıyor..
Girdik Mülkiye'nin sınavına.. 15 bin kişi girdi.. 175 kişi alınacak.. Sınav lise derslerinden, yazılı.. Test mest değil.. Mesela coğrafya sınavında "Romanya'nın doğal bölgelerini sayın, içlerinden birini yazın.." diye soru geliyor.. Bir bölgeyi biliyoruz.. Karpatlar.. Bugünkü gibi Maradonası ile değil vampirleri ile ünlü bölge.. O kadar çok Drakula filmi izlemişiz ki..
İkimiz de kazandık, hem de ilk 50'ye girip burs alarak..
125 lira cep harçlığı ne demek o zaman bilen bilir..
Sonra M.Ali Ağabey davet etti, birlikte ayni odada gazeteciliğe başladık.. Yeni Gün'de..
Ankara'da yerel basın ölünce, ikimiz de görüşlerimizi Cumhuriyet sütunlarında nakletmeye başladık.
Yaşantımızdaki paralellikler bitmedi..
İkimiz de kendimize yabancı bir eş seçtik.. O Fransız Nicole'le evlendi. Ben Amerikalı Holly ile..
En kötüsü en son..
Yazdıklarıma kızanlar, beni vurdular..
Yazdıklarına kızanlar, onu öldürdüler..